Protestanlar ve Katolikler arasında 1618 yılında başlayan ve ancak 1648 yılında son bulabilen çok katmanlı, kompleks otuz yıl savaşları, Avrupa’yı yıkım ve acıyla sarsmıştı.
1638 ile 1639 yılları arasında Peter Paul Rubens’in çizdiği “Consequences of War” (Savaşın Sonuçları) isimli tabloda savaşın beraberinde neler getirdiği gözler önüne seriliyor.
Eserin merkezinde iki figür gözümüze çarpıyor. Yüzü savaşın getirdiği kasvetli gölgelerle örtülmüş savaş tanrısı Mars ve onun solunda diğer figürlerden daha aydınlık bir yerde görünen aşk tanrıçası Venus. Mars, savaşın sonucu olan bir kaos ve yıkıma yönelmiş durumda ancak Venus bir kolundan onu çekerek sanki bu çılgınlığı sonlandırması için ona yalvarır gibi görünüyor.
Venus’ün solunda ellerini havaya kaldırmış çaresiz bir serzenişte bulunuyor gibi görünen kadın Avrupa’yı temsil ediyor. Siyahlar içinde yas tutar gibi görünen kadın, Avrupa’nın o dönemde ölümlerle sarsıldığını ancak savaşın kapanından kurtulamadığını gösterir gibi.
Mars, ayaklarının altında kitapları eziyor. Hemen onun sağında Tanrıça Hermony kırık bir mandolinle yere düşmüş, tanrıçanın yanında ise yere uzanmış avucunda bir pusula tutan bir mimar görüyoruz. Bu üç figür de savaşın; edebiyat, sanat ve mimari gibi insanın ince ve yüce yönünün ürünlerini yıkıma uğrattığını gösterir
nitelikte.
Mars’ın solunda elinde meşale tutan, görevi insanlığın ahlaki suçlarını cezalandırmak olan Alecto’yu görüyoruz. Mars’ı bir kolundan çekmiş kendi tarafına çekmek istiyor gibi görünüyor. Ancak yüzündeki şaşkın ifade, bana hangi tarafı cezalandırması gerektiğini anlayamamış olduğunu düşündürüyor çünkü savaşta haklı bir taraf yoktur. Savaş beraberinde sadece yıkım, ölüm ve kaos getirir. İnsanlığı kabalaştırır. Bizlere kutsanmış olan yaratma gücümüzü elimizden alır.
Bunların yanında, başka bir alemde; yine haklısı olmayan, biz bilmeden durmadan sürüp giden başka bir savaş daha biliyorum.
Hayatta kalmak için bize ihtiyaç duyan, bizlerin de onlara ihtiyaç duyduğu normal floramıza ait mikroorganizmalarla barış içinde yaşarken, floramızdaki bir bakteri türünün taht oyunları ile tahttan indirilmesi mikrobiyota aleminde iktidar arayışına sebep olmuş ve politika savaşları ortaya çıkmıştı. Bu karmaşık ortamdan faydalanmak isteyen bir bakteri türü hayatta kalmak için respiratuar epitel hücrelerini enfekte etmeye başladı. Elde ettiği fırsatla sayılarını arttırmaya başlayan bakteriler, cephenin yakınlarından kan dolaşımına katıldı. Uzak bölgelere yeni çıkarmalar yaparak yeni cepheler açmaya başladılar. Kendilerine savaşın ancak hinlik ve dalavere ile kazanılabileceğini hatırlatan bakteriler, konağın assubayları makrofajların korkunç fagositozundan korunmak için kendilerine bir kapsül yaptılar. İçlerinden zeki olanlar M proteini denen bir şey üzerinde çalıştılar. Böylelikle konağın geliştirdiği complemant system denen askeri stratejinin komutanı C3byi inaktive edebileceklerdi.
Konağın subayları T ve B hücreleri bu savaşın sebep veya sonuçlarıyla ilgilenmiyorlardı. Onların tek amaçları öldür deneni öldürmekti. Böbreklere kadar ilerleyen savaş burada beklenmeyen sonuçlar doğurdu. Antigen-antikor kompleksleri yani savaşın tarafları kendilerince erdemli, şerefli ve tabii ki haklı davaları için çarpışırken bir taraftan yurtlarının bir parçası glomerular basement membrana zarar verdiklerinin farkında değillerdi. Bu çetin çatışma böbreklerde enfeksiyonun ikinci bir sonucu olan acute glormerulonephritise yol açmıştı.
Düşmanı birçok cephede yoran bakteriler kısa sürede iktidarı ellerine aldılar. T ve B hücreleriyle tutuştukları savaşı kazandılar. Ancak bakterilerin planlayamadıkları bir şey vardı. Yarattıkları savaş tahmin ettiklerinden daha büyük bir yıkım getirmişti. Bir zamanlar içinde mutlulukla yaşamayı hayal ettikleri yurt artık yaşanmaz haldeydi. Çok sevdikleri, uğruna bunca çileye katlandıkları yurdu artık terk etmek zorundalardı. Savaşın bir sefer daha bir kazananı değil, iki kaybedeni olmuştu.
Tabii ki bu birçok senaryodan sadece birisi. Çünkü konak; T, B hücreleri ve makrofajlardan daha üstün, daha kudretli bir güce sahipti.
Konağın beyninde, bir bardağın içine sıkıştırılmış koca bir okyanus gibi durmadan çalkalanan, yerinde duramayan, olduğu yerde çıldıran bir yaratma gücü vardı. Bize göre bu davetsiz misafirleri, onlara göre hayatta kalmaya çalışan garibanları uzaklaştırmanın bir yolunu bulmuştu bu sıkışmış okyanus.
Monoclonal antibody üretimi olarak bilinen yöntemle, istediğimiz herhangi bir antigen için istediğimiz kadar antikor üretmemiz mümkün hale gelecek.
Yöntem şu şekilde işliyor:
Çoğu zaman bir fare, antigen X ile dışarıdan enfekte ediliyor. Farenin antigen X ile immunize olmuş dalağından bu antigen için antikor üreten B hücreleri toplanıyor. Ancak burada bir problem var: In vitro ortamda B hücrelerinin çok kısa bir yaşam süreleri var. Bu problem de şöyle çözülüyor: Elde edilen B hücreleri myolema hücreleri denen tumorleşmiş plasma hücreleri ile hybrid ediliyor. Immortal karakterde olan bu tumorleşmiş hücreler kısa yaşam süreli B hücrelerinin bu özelliğini telafi ederken, B hücrelerinin de bölünebilme özelliklerini alarak mükemmel bir hücre grubuna dönüşüyor: Hybriomas.
Antigen X’e karşı antikor üretebilen bu hybriomas hücreleri süresiz şekilde bölünebildikleri için kültüre yatırılarak sonsuz bir antikor kaynağı oluşturuyorlar. Ancak burada yeni bir problem daha karşımıza çıkıyor. İnsan immun sistemi fare immunoglobulin yapısını yabancı olarak algıladığı için bu antikor tekrar tekrar kişiye enjekte edilemiyor.
Bir immunoglobulinin yapısında antigen bağlayan V (variable) bölgeleri vardır. Geriye kalan kısımlar C (constant) olarak isimlendirilir ve canlının tüm immunoglobulinlerinde aynıdır. Yani burada bizim için önemli olan nokta immunoglobulinin antigen bağlayan kısmı yani V bölgesi.
Genetik mühendislik ile Immunoglobulinin V bölümü sabit tutularak, C kısmı insan Immunoglobuliniyle değiştirilir. Böylelikle immun tepki azaltılarak sorun çözülmüş olur.
Bu sorunun ikinci bir çözümü ise farenin DNA’sının Immunoglobulin kodlayan kısmını insan Immunoglobulini kodlayacak şekilde değiştirmek olacaktır.
Böylelikle piyon T ve B hücreleri onlardan daha büyük ve kudretli sahipleri tarafından kurtarıldılar. Peki ya aynı savaşları yüzyıllardır yapmakta olan bizleri hangi güç kurtaracak?
Bizler hangi kudretin piyonlarıyız?
Kaynakça:
Warren Levinson, Review of Medical Microbiology and Immunology,16th edition
Abul K. Abbas, Basic Immunology,6th edition
https://www.peterpaulrubens.net/consequences-of-war.jsp
https://www.tripimprover.com/blog/consequences-of-war-by-peter-paul-rubens
fotoğraflar: foto1: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/ef/Los_horrores_de_la_guerra.jpg
foto3: https://microbiologyinfo.com/wp-content/uploads/2015/05/Structureof-Antibody.gif