YAĞMURDAKİ GÖZYAŞLARI

Hayatta deneyim ederken insan varoluşunu sorguladığımız onlarca eser vardır ama “Blade Runner” bunu yaparken sanatsallığından çok taviz vermiyor. Ridley Scott filmin fikrini ve kafamızda bıraktığı soruları ne kadar öne çıkarsa da görselliğini yarattığı Cyberpunk evrenini gözümüze sokmaktan asla alıkoymamış kendini, iyi de yapmış sanki. Mavi, kırmızı ve bazı sahnelerde morun siyahla eşleşmesi her ne kadar göze hoş gelse de filmin atmosferine girdikçe bu renkler içlerindeki neşeyi kaybediyorlar. Bu, filmle ilgili bir sıkıntı değil aksine yapmaya çalıştığı şeyi ne kadar iyi yaptığının bir belirtisi.

Blade Runner (1982)

Cyberpunk türünün oluşmasında çok büyük etkisi olan bu filmin etkileyici özelliklerinden biri de tema müziği. 1983’te BAFTA ve Altın Küre’nin en iyi orijinal beste kategorisinde aday gösterilen müzik, Yunan müzisyen Vangelis tarafından bestelendi. Filme kattığı fütüristik hava, bu alışılagelmişin dışındaki evrene daha kolay adapte olmamızı sağlıyor.

Sanatsal anlamda Blade Runner‘ın etkileyiciliğinden ne kadar bahsetsem az. Bu yüzden biz işin diğer tarafına geçelim. 2019 yılında Los Angeles’da , insanlar arasında gizlenen replikantları (insan kopyaları) emekliye ayıran (öldüren) bir polisin hikayesini izliyoruz. Bu işi yapan polis timine de “blade runner” deniyor. Deckard replikantları tespit edebilmek için kişilere Voight-Kampff testi uyguluyor. Bu test kişilerin göz bebeklerinin durumunu ve sinirsel tepkilerini baz alarak bir sonuç veriyor. Kahramanımız Deckard onların hayatını sonlandırmaya çalışırken, replikantlar 4 yıl ile sınırlı olan hayatlarını uzatmak için yaratıcılarını arıyorlar. Onların bu arayışına tanık olurken Deckard ve biz bazı inançlarımızı sorguluyoruz. Görünüşü insanınkine bu kadar benzeyen ve insan gibi davranan replikantların hayatı insan hayatından değersiz midir? Hayatı anlamlı kılan şey ölüm müdür? Replikantların insan yapımı olması , onların ölümünün yine insan elinden olmasını anlamsız mı kılar? Bizim sorduğumuz bu sorular dışında filmin bir diğer protagonisti olan Rachel, Deckard‘a o ana kadar nedense hiç düşünmediğim bir soru soruyor. “Testi hiç kendinde denedin mi ?”.

Philip K. Dick‘in “Do Androids Dream of Electric Sheep?” adlı kitabından uyarlanan bu eserde hayvanların da ayrı bir önemi var. Hayvanların neredeyse neslinin tükendiği bu dünyada, 2 ana karakterimiz Deckard ve Rachel‘ın hayvanları içeren rüyaları görmeleri ve anıları hatırlamaları (anıları hayal etmeleri) bize filmle ilgili ipuçları sunuyor. Filmin sonunda kafamızda kalan bazı soruları cevaplıyor ve o soruların yerini başka sorular alıyor.

Blade Runner ve onun muhteşemliği hakkındaki fikirlerim için herhangi bir platformun yeterli olacağını zannetmiyorum. Sözlerimi filmin benim için en anlamlı monologuyla noktalıyorum.

“I’ve seen things you people wouldn’t believe. Attack ships on fire off the shoulder of Orion. I watched C-beams glitter in the dark near the Tannhäuser Gate. All those moments will be lost in time, like tears in rain. Time to die.”

Huzur içinde yat Rutger Hauer…

Kaynakça :

  • http://littleatoms.com/film-music-science/good-morning-your-name-is-roy-batty
  • https://www.rogerebert.com/reviews/great-movie-blade-runner-the-final-cut-1982

Yazar : Doğan Umut Yurdakul

İnternet sitesi https://mubatblog.online
Yazı oluşturuldu 180

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

English EN Français FR Español ES Türkçe TR
%d blogcu bunu beğendi: