Rahatsız edici filmler her zaman dikkatimi çekmiştir. Yönetmenlerin bu filmleri çekerken istedikleri şey seyirciyi rahatsız etmek mi yoksa bu süreç doğal olarak mı ilerliyor? Bu sorunun cevabı Human Centipede, Srpski Film veya Cannibal Holocaust gibi filmler için ilk seçenek olduğu açık. Çünkü ne kadar derin okuma yapmaya çalışsanız da bu filmler “rahatsız edici” olmanın ötesine geçemiyorlar. Gaspar Noé ise isteyerek veya istemeyerek bizlere güzel dersler veriyor. Ekstrem durumları sıradan insanlarla anlatması ve kullandığı kamera teknikleri olaya dahil olmamızı basitleştiriyor. Yaşananlara bu kadar yakın hissederken olaydan ders çıkarmak da kolay oluyor tabi.
Buenos Aires, New York ve Paris gibi birbirinden oldukça farklı sosyokültürel yapılara sahip şehirlerde yaşamış yönetmen, 1985’ten beri 6 uzun metraj filmi çekti. Ayrıca 10 kısa, 2 orta metraj film ve 8 müzik klibinin yönetmenliğini yaptı. Cannes başta olmak üzere birçok film festivalinden ödül aldı. “I Stand Alone” filmiyle beğenileri toplasa da bir sonraki eseri tartışmalara yol açtı.
Irreversible
Monica Bellucci ve Vincent Cassel’in başrolünü paylaştığı “Irreversible” filmi 2002 Cannes Film Festivali’nde gösterildi. Bu gösterim sırasında bayılanların ve salonu terk edenlerin olduğu rapor edildi. Filmi izlemeden önce bu bilgileri görüp abartıldığını ve reklam olabileceğini düşünmüştüm ama maalesef yanılmışım. Kırmızının karanlık tonu ve klostrofobik çekimleriyle içimizi bunaltan film 2 dehşet verici sahneye sahip. Eğer kendinizi iyi hissetmediğiniz bir dönemse asla izlemeyin. Hayır, sizi varoluşsal bir sorgulamaya sürüklemiyor. Hayır, izlerken ağlayacağınız bir dram değil. Bu şey gerçek. O kadar gerçek ki yüzleşemiyorsunuz. Kafanızı çevirip başka bir yöne bakmak istiyorsunuz ama o zaman da korkaklığınızla baş başa kalıyorsunuz. İnsanların tepkisi de bu yüzden bence. Korkaklıklarını, bencilliklerini ve ne kadar insan olduklarını hatırlatıyor bu film onlara. Gaspar Noé ise bu tepkilerden pek etkilenmişe benzemiyor ki bunu sonraki filmlerinden de anlıyoruz.
Enter the Void
İnsanlar tarafından bir türlü kategorize edilemeyen “Enter the Void” Gaspar’ı gişe anlamında en çok üzen film oldu. İzleyicileri de ikiye bölen film, Tokyo’da uyuşturucu satan Oscar’ın hikayesini anlatıyor. Uyuşturucu, reenkarnasyon ve ölüm temalarını barındıran filmde görsellik ön plana çıkıyor ve bu görsel dili oluştururken “2001:Space Odyssey” filminden esinlendiğini dile getiriyor Gaspar Noé. Filmin müzikleri de Daft Punk grubu üyesi Thomas Bangalter’in mevcut kayıtlarından elde edilmiş. Ayrıca uyuşturucu hissini seyirciye daha iyi geçirebilmek için bir video sanatçısıyla çalışılmış. Kamera kullanımı, renklerin uyumu ve sahne geçişlerinin sıra dışılığı her ne kadar ilginizi çekse de bir süre sonra sizi yorabilir. Zaten düşünmemiz gereken temalar varken gözünüzün de bu yoğunlukta boğulması izlenebilirliği düşürüyor. Yine de bu filmi tüm sinemaseverlerin deneyim etmesini isterim. Başka eserlerde kolay kolay bulamayacağınız tatlar bulabilirsiniz bu filmde.
Gaspar Noé her zaman kendine has kamera kullanımıyla, enteresan konularıyla ve tepki çekici sahneleriyle adından söz ettiren bir yönetmen oldu. Asla beklentilere göre hareket etmedi. Çünkü o bir “filmci” değil, o bir yönetmen.
Kaynakça:
- https://www.irishtimes.com/culture/dividing-the-audience-1.1059153
- https://www.indiewire.com/2011/07/from-the-iw-vaults-gaspar-noe-talks-irreversible-53317/
- https://www.theguardian.com/film/2010/sep/16/gaspar-noe-enter-the-void
Yazar:Doğan Umut Yurdakul