Her zaman gülmek isteriz. Bulutlar birbirlerine küsmüş gibi mesafeli olsun, güneş hep en canlı parlaklığıyla yüreğimize vursun isteriz. Hüznün gölgesi bile uğramasın yanımıza, gözyaşı hep gurbette dursun isteriz. Yağmur hiç yağmasın, fırtına hiç kopmasın, sevdiklerimiz hep yanımızda olsun. Mutlu aile tablosu hiç bozulmasın isteriz. Çünkü zordur yüzleşmek; kendinle, gerçekle… Kaçmak kaybolmak istersin, nereye olduğunu bilmeden, amacını bilmeden. Asıl soru ise neyden kaçtığını bilmeden. Tek emin olduğun detay; huzursuzluktur. İçinde bir hamamböceği tırmalar durur beynini. Sorgulamaya iter. Tam sorgulamaya niyetlenirsin, kelebeklerin durağını rehin alan kartallar yüreğini sıkar. O an sorgulamaktan da korkarsın. Cesaretini kıracak unsurlar piramit oluşturur yolunda. Hakikat perdelenir, yollar buğulanır. Ne yazık ki her zaman kaçacak köşe yoktur.
Atmosferin oksijenini ilk soluduğumuz andan itibaren başlayan mücadelemizde şanslı olanlarımız yeryüzünün belki de en güzel duygusuyla tanışır: sevgi. Ne yazık ki sevginin kıvılcımları da söner kimilerinde, dalı kırılır, konacak yer bulamaz. O kayboldukça korkular baş gösterir. Belki de en ilkel duygudur korkmak. Lakin korkar ama korktuğunu da kabul etmek istemez ve ne yazık ki kaybetmeyi de kabul etmez insan. Sır kutusu olduğunu düşünür, gurur abidesidir kendince insan. Belki de insan denen karmaşık varlık sadece basit yolların taşlarını temizliyordur. Denize çıkan toprakları göremeyecek kadar kör ve tembel, gözyaşlarının kölesi olma tereddütünden duygularını hapsedecek kadar korkak. Ancak umudun kapısında ebediyen soluyacak kimliksiz ruhlar taşır bedenlerinde. Nereye ait olduğunu bilmeden. Ait olmadığı yere alışma çabasıyla ait olduğu yere ulaşma umudu arasında çürür gider ömür.
Kimi duygular sığmaz insana, dar gelir iliklerine işleyen bakışlar. Sussan seni yakar, konuşsan evreni. En sonunda yenik düşersin hislerine. Gün ağarma telaşında, dolunay kaybolma kuşkusunda. Evren kendine verilen görevleri harfi harfine uygularken hisler kendine ev arama savaşına girer. Usulca esen rüzgar ağaçların nazını çekme provası yaparken melodiler saçılır kainata. Gün batımını armağan bilen gözyaşları, gururu mağlup etmiş, son zerresini tamamlayarak akar nehirler boyu. Kirpiklere sonsuz vedasını eder. Gökyüzüne minnettar güneş, çatlayan emektar ellere merhem olurken melodilerle güçlenir. Boynu bükük kuşlar ağaçları kurtuluş edasıyla selamlar. Hisler, melodilerle can bulur. Yeryüzü melodilerle can bulur. Dile gelmez, ele geçmez ruhumuz sığınağına kavuşmuş olur.
Her tınıya bırakılan sızılar. Bağlamanın her teline dokunuşta özgürleşen duygular. Melankolik enstrümanların yorucu dansı. İçimizdeki sahipsiz boşluğa barınak olur. Sessizliğin uğultusunu dinlemekle cezalandırılan yorgun gönlümüz en nazende yatağını bulmuştur artık.
Anlaşılmaya utanan duygularımız en güzel durağındadır artık. Mürekkebin çizdiği her nota açılan yaralarını diker bir bir. Can bulur korda tutuşmaya mahkum yürekler.
Çünkü susarsa notalar ve küserse melodi; deniz durur, gökyüzü darılır ve her şey ölür.
Yazar: Reyhan Gökmen