Salomé
Giriş
Bir kadının kim olduğunu araştırmak, kim olduğunu tanımlamak, hangi yönleriyle ve ne tür bir ağızla onu anlatacağımızı belirlemek; zihnimize yerleştirilmiş,ezberletilmiş ve günlük yaşam içerisinde sürekli sentezlenen egemen bakış açılarının kontrolündedir.
Bu kontrolün egemenliğinde yapılacak tanımlama ve araştırma , bir şehri hep aynı manzaradan seyrederek tanıyabileceğimizi iddia eden yararsız bir sese benzer.
Lou Andreas Salome’yi tanıma ve araştırma yolu da genelde bu sığ pencere üzerinden ilerlemiştir.
O, Nietzsche’nin evlenme teklifini geri çeviren, Rainer Maria Rilke’yi kendisine aşık eden ve Freud ile olan yakınlığıyla tanımlanan “sevgililer sevgilisi”dir.
Hakkındaki biyografi yazıları, genelde bu üç büyük adamın onun için sarf ettiği büyük cümlelerle başlar.
Şaşırtıcı olmamakla birlikte erkek bir düşünürün veya yazarın kimi önemli kadınların sevgilisi olmakla tanımlandığına da rastlamayız.
Aslında buna rastlamamamız bir tesadüf değil, ideolojinin yarattığı istatiksel bir sonuçtur.
Oysa bir insan birilerinin sevgilisi olarak tanımlanmaktan ötedir.Bu bakış açısında ısrar etmek nice varoluşsal mücadeleye, yaşamda başa çıkılan hayal kırıklıklarına, “aklı özgürleştirmek ve aşkı saflaştırmak” için verilen tüm çabalara, mutlu ve mutsuz tanıklıklara açık bir saygısızlık ve hakarettir.
İnsan, insana indirgenemez.
Kadın, erkeğe indirgenemez.
İnsan başka bir insanın varlığıyla var olamaz.
O, ciğerine çektiği ilk nefesin bedelini acıyla ödediği andan itibaren, bağımsız yaşamına saygı duyulması gereken bir özne olur.
Bu yazıda Salome’nin çok nitelikli sevgililerini kendisine nasıl aşık ettiğini veya kendisinden bahsedilirken “kimleri kimleri kendine aşık etmiş” türünden, ataerkilliği aşılamamış matematiksel hesaplamaları baz alan bir dedikoduyu değil; onun bağımsız bir genç kadın olma serüvenini, Türkçeye çevrilmiş yapıtlarından sürmeye çalıştığım izleriyle okuyacaksınız.
Rusya Yılları ve Eserlerinden İzler
Lou Andreas Salome…
Çağının entelektüelleri arasındaki ilerici düşünceleriyle; toplum normlarının boğuculuğundan kurtardığı yaşam tarzıyla; aşkı, evliliği ve kadını soyutlayabildiği yapıtlarıyla, entelektüel zevkleriyle; “Asıl başyapıtı bizzat kendisi olan”, “Avrupa’nın ilk özgür kadınlarından biri”.
Bir psikanalist ve bir yazar.
Lou; 1861’de, köleliğin kaldırılmasının hemen öncesinde Çarlık Rusya’sının başkenti Petersburg’da yaşayan, Alman kökenli bir ailede dünyaya gelir.
Petersburg’un göz kamaştırıcılığını ve eş zamanlı yoksulluğunu; okuduğumuz Rus romanlarından biliriz.
İşte Von Salomé ailesinin evi de bu kentin büyülü ışıklarına, saraylarına, bahçelerine bakar ve onun görkemli güzelliğini tanır.
“
St.Petersburg; Paris ve Stockholm ’ün bu çekici bileşimi, imparatorluğun görkemi, ren geyiklerinin çektiği kızakları ve Neva üzerinde ışıklandırılmış buzdan evleri, geç bahar ayları ve sıcak yazlarına karşın, salt uluslararası bir izlenim verirdi.”
-Lou Andreas Salome
Lou, eve üst düzey askeri görevlilerin gidip gelmesiyle evde yüksek ve ataerkil bir yaşam sürüldüğünü, buna rağmen evdeki aile yaşamının sıcak olduğunu yazar. Bu sevgi ortamının ve ağabeylerinin arasında tek kız oluşunun; ileride kendinden büyük erkekler arasında güvende hissedebilmesini kolaylaştırdığını, onun yaşamını gözlemleyerek de anlayabiliriz.
İmkanlar ve sadakatle iç içe geçmiş bu ortam, Lou’nun yaşamına birçok maddi konfor ve zevk sağlar. Ancak onun en iyi bildiği zevkler kendi içinde yani kendi dünyasındadır.Bu hazlar; kendi şekillendirdiği Tanrısı ile Lou’nun hayaller dünyasıdır.Lou bu evreyi şöyle özetler:
“En çarpıcı olan, böyle ağabeylere karşın ve anne babamın uyumlu evliliğine ve çocuklarına sıkı bağlılığına karşın, yine de hepsinin ortasında çok acı bir biçimde yalnızdım ve tek mutluluğum, kendimi adadığım mutlak bir hayaller yaşamıydı.”
Lou’nun gerçekliğinin ve hayat algısının ilk büyük şekillenişi, deneyimlerin ve yenilgilerinin sonucunda, Tanrısına olan inancını kaybetmesiyle olur.
Tanrı onda kaybolduğu zaman, kendi hislerini şöyle betimler:
Var olan her şeyle kaderde sınırsız bir yoldaşlık içinde olduğuna dair, ilk başta karanlık olan, hiç son bulmayan, kesin ve temel bir uyanma hissi”
Bu cümleyi, Volga adlı eserinin karakteri, 16 yaşındaki Lyubov’un ağzından da şöyle okuruz:
“Yine de tüm damarlarından bir şeylerin uysal bir sıcaklık gibi, özlem dolu bir güç gibi ağır ağır aktığını, fısıldadığını hissediyordu, sanki rüzgarın, suyun, gün ışığının ve yeryüzünün tüm mucizelerinin yaptığını yapabilecekmiş gibi ve kendini bütün bunlarla akrabaymış gibi hissetti.”
Tanrının kayboluşu, Salomé için “iyileşmesi yıllar sürecek bir yalnızlık hissi, takıntılı hayal kurma ,yaptığı her şeyde mutsuzluğun derin ve bas sesini duyma”anlamını taşımaya başlar.
Böylece Salomé yalnızlığını ve belirsizliğini zihninde kurgusal bir dünya kurarak hafifletmeye başlar.Gündüz düşleri kurmak yoluyla, gerçeklikten uzaklaşmanın acı veren yollarından geçerek, gerçeklikle tanışır.
Ve tüm bunlar onun aşk, yaşam, kadın, inanç ve sanat hakkındaki kuramlarına, daha sonra da psikanaliz alanındaki çalışmalarına katılır.
Lou’nun “yirmili yaşlarından, kırklı yaşlarına kadar ara vermeksizin yazdığı çok sayıda kurgu yapıt, büyük olasılıkla, çocukluk hayallerinin daha sağlıklı bir devamı olarak” da kabul edilebilir.
Lou’nun ilk gençlik yılları; kendini içinde bulunduğu çevreden farklı gördüğü için aile balolarından, sosyal toplantılardan uzak durarak “tüm düşüncesi ve mücadelesinin bütün aile geleneklerine karşı gelişmesi yönünde” oluşuyla sonuçlanır.
17 yaşındayken aile papazına kimi konularda itiraz ederek onu kuşkulandırır.Ardından Petersburg’taki en zeki Protestan vaiz olarak anılan Papaz Gillot’un ismini duyar ve onu gizlice dinlemeye gider.
Papaz Gillot ile olan ilişkisini, dini içeriğin perdelenerek anlatılışını Ruth adlı romandan takip edebiliriz.Papaz Gillot; Lou’ya teoloji, felsefe gibi dersler vererek onu gerçekliğe bağlar, hayallerden uzaklaşmasına yardımcı olur.Bu öğretmen, dersler, gündüz düşlerinden uzaklaşma teması romanın konuları arasındadır.
Ruth adlı karakterin ağzından Salomé şöyle konuşur:
“Düşüncelerini mantık keskinliği ile oluşturmaya ve bunlara bilgiye doğru enerji dolu bir yön vermeye o kadar çabuk alıştı ki sanki hayallerin dünyasında hiç yaşamamıştı.”
Ancak bu gerçekliğe bağlanma, hayallerden uzaklaşma durumu Papaz Gillot’un katılaşmış buyurganlığı ve Lou’nun kimliğinin sindirilmesiyle gerçekleşir.Ve en nihayetinde Lou’dan talep ettiği cinsellikle Lou’nun yaşamındaki en büyük güvensizliği de yine o yaratır.
Aslında Lou, Papaz Gillot’u yitirdiği Tanrı’sının yerine koyar.Ona tapınmakla çok yara alır.Bu nedenle ileride de yaş, konum ve başarı itibarıyla boyun eğme riskinden kurtulana kadar da erkeklerle olan ilişkisi kolay kolay aşka yaklaşmaz.
“Tek bir darbede tapındığım şey yüreğimden ve duyularımdan düşüp bir yabancı oldu.”
Papaz Gillot’u reddedişinin ardından-kendi deyimiyle “kurnazca”- bir şiir de yazar: Todes Bitte (Ölüm Yakarışı)
Şiirde Lou, kendini kefeni içinde Gillot’ya sunar ve ondan cesedin saçını okşamasını ve ölü ağzını öpmesini ister.
Lou’nun şiirde okşanmasını talep ettiği cesedin saçları, yıllar sonra yazdığı yapıtındaki karakterimiz Ruth’un saçları olur.
Salome’nin sosyo-politik sorunlara duyduğu eğilim ise en ateşli dönemlere denk düşer.Örneğin “Halka Doğru” hareketi ilk oluştuğunda Lou henüz 14 yaşındadır.Yüzlerce genç idealist kadın ve erkek köylülere ve işçilere yardım etmek için popülist bir tavırla köylere ve fabrikalara çalışmaya gider.Ülkede var olan yoksulluk ve yozluk, büyük bir tepkisellikle Çar’dan ve onun amirlerinden bilinir. Ülkede, Çar 2.Alexander’a suikast girişimleri başlar.
İşte Lou, bu hareketler içerisinde yer alan genç devrimci kadınlardan biri olan Vera Zasuliç’in fotoğrafını gizlice çekmecesinde taşır.
Duyduğu sempatiye rağmen hem geldiği sınıfsal konum hem de yirmili yaşlarında yurtdışında oluşu etkili olacak ki Lou, politik bir hayatın uzağında yer alır.
Salome’nin Petersburg’ta geçirdiği 20 yıl; reformlar ve radikal siyasi hareketlerle birlikte gelişen entelektüel yükselişin de görkeminde geçer. Rus bestecilerin (örn. Nikolay Rimski Korsakov, Pyotr İlyiç Çaykovski), ressamların (örn. İlya Repin), sanatçıların ve en ünlü roman yazarlarının (örn. Tolstoy, Turgenyev, Çernişevski, Dostoyevski) ortaya çıktığı veya eser verdiği bu dönem, gerçeklik ile sanatın iç içe geçişinin en güzel örneklerinden biridir.
Salome’nin entelektüel alana ilişkin tükenmeyen ilgisinin, böyle verimli bir dönemin çocuklarından olmakla ilişkili olduğunu da söyleyebiliriz.
Üniversite Yılları ve Feniçka
Yirmilerinin başındayken Lou, Zürih’e üniversite eğitimi için gider.Bu dönemde Lou’nun kendi bağımsızlığını kurmasıyla serpilen yaşam sevgisini, özgüvenini ve yol arayışlarının coşkulu anlatımını yazdıklarından hissederiz.
İşte zihninin ve ruhunun cazibesinden başka bir cazibeyle ilgilenmeyen bu genç ve çekici kadını, Salome’nin karakteri Feniçka ile okuruz.
Romanda Feniçka üzerine düşünen bir erkek şöyle konuşturulur:
“Kim bilir? O; yurtdışındaki eğitimi boyunca, ucuz kurnazlıklarıyla özgürlüğünü yanlış anlayan ve ilk görünüşüne bakarak hemen bilgiççe yargılarda bulunan insanlar karşısında bu küçümsemeyi dudaklarına ne sıklıkla yerleştirmişti?”
Yine Feniçka tarafından ifade edilen Salome’nin bağımsızlaşan kadın algısını şöyle okuruz:
“Benim onurum için başkalarının endişe etmesi son derece nahoş ve ben buna alışkın değilim.Ayrıca onur, kırılgan bir şey olabilir fakat ben değilim.”
1882 yazında yani Lou 23 yaşındayken, güney ikliminin Lou’nun sağlığına iyi geleceği gerekçesiyle annesiyle birlikte Roma’ya geçerler.
Lou, burada ünlü idealist ve feminist Malwida von Meysenburg ve onun çevresiyle tanışır.
Aslında Salomé’nin yaşamını ve 19. Yüzyıl atmosferini anlayabilmek için önemli bir isim olan Malwida von Meysenburg’a dair Türkçe yazılı bir kaynak yok.Bu nedenle bu önemli kadını tanıtmak ne yazık ki ona tanıklık edenler üzerinden yapılabiliyor.
Malwida von Meysenburg, 1816 yılında Kassel’de zengin bir ailede doğar, 1847’de babasının bıraktığı mirasın yeterli olamayacağını öngörmesi üzerine konfor bağlarını parçalayarak kendi ayakları üstünde durmaya başlar.
Hamburg’taki bir Kadın Kolejinde dersler vermeye başlar, devlet kilisesinden ayrılarak özgür kiliseye katılır.Böylece yaşlandığında soylu aileden gelen bir kadın olarak manastırda bakılma hakkından da vazgeçmiş olur.
1848 devrimlerinin başarı ve başarısızlıklarını bizzat deneyimler.Almanya’dan gitmek zorunda bırakılan Malwida, Londra’daki sürgün yaşamındayken ünlü Rus devrimci Alexander Herzen’in anılarını Almanca’ya çevirir.Ayrıca Herzen’in kızı Olga’yı evlat edinerek Roma’ya geçer.
Wagner’in coşkulu dinleyicisi ve yakın dostu olur.
Salomé’nin yaşamında önemli yeri olan Paul Rée’nin konuşma yapmak için geldiği bir kadın grubunda yer alır.
Nietzsche ile de yine Wagner’in opera salonunun kuruluşunda tanışırlar.Nietzsche, tüm yapıtlarını yazarken ona danışır.Hayatı boyunca ateşli bir kadın hakları savunucusu, entelektüel ve ilerici bir yazar olarak yaşar.1903’te yaşama veda eder.
İşte Lou, Malwida aracılığıyla Salomé’yi tanımlatan o büyük düşünürlerden Paul Reé ve Nietzsche ile tanışır.Aralarında geçen fikir alışverişleri, felsefi sohbetler zamanla aralarında bir çekime dönüşür.Ancak Salomé bu çekimleri ileri boyuta taşımayı reddeder.
Salomé’nin Nietzsche üzerindeki etkisi ve ve Nietzsche’nin hayatını derinden etkilediği, hatta Lou’dan sonra kadınlara küstüğü üzerine birçok spekülasyona başvurulabilir.
Ancak Lou ve Rilke’nin birbirleri üzerindeki etkisi her zaman çok canlı ve yoğun bir biçimde gerçekleşmiştir.
Psikanaliz İle Tanışma
Lou’nun 1912-1913 yıllarında psikanalizle tanışması ise adeta bu zamana kadar dünyayı algılamak ve yorumlamakta zihnine hakim olan düşünce sisteminin adının konması ve bilimselleştirilmesi gibidir.
Lou’nun yargılamak, ötekileştirmekten çok, farkları inceleyerek kabul edip sentez yapmaya eğilimli olan kişiliği; tanıdığı insanlar hakkında birçok karşılaştırmalı yazı yazması, Freud’a şöyle dedirtir:
“Psikanalizin başka biri için bu kadar önemli olabileceğini asla düşünmedim.”
Yine Arayışlar ve Feniçka adlı yapıtlarında psikiyatrist ve psikolog olan erkek karakterlere rastlarız.Eserler zaman olarak tanışma tarihleriyle uyuşmasa da gelecekte Viyana Psikanaliz Topluluğunda tanıma fırsatı bulduğu Freud’a, Adler’e, Jung’a, Karl Abraham’a çıkmak için yazgılı gibidirler.
Lou’nun kadın üzerine olan düşünceleri psikanalizi tanımasıyla iyice pekişir.
Kurgu eserlerinde; ataerkilliğin ayrımlarından kaynaklanan, kadının dünyasında oluşan varoluşsal sıkıntıyı soyutlamayı gerçekten başarır.
Örneğin Arayışlar adlı eserindeki karakterimiz ressam Adine’in, açtığı bir resim sergsi anında Max Klinger’in gravürlerinden birine gözü takılır.
Bu gravürde erkeğin silahlar,zırhlarla kuşatılmış, güçlendirilmiş bedeninin ve soğukkanlı bakışlarının altında bir kadın vardır. Karakterimiz Adine,insan ilişkilerinde ne zaman kadın olarak bağımsızlığının sarsılabilir yankısını hissetse aklına bu gravür gelir.
Kim bilir?
Belki de bu gravür; Salomé’nin de Adine gibi, yaşamının çalkantılarındayken kendine hatırlattığı kişisel bir yeminin tetikleyicisi ve onun o güzel gözlerinin kara tanıklığıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Angela Livingstone,Salomé Yaşamı ve Yapıtları,Ayrıntı Yayınları,İstanbul,2001
Lou Andreas Salomé,Volga,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,2021
Lou Andreas Salomé,Feniçka,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,2016
Lou Andreas Salomé,Ruth,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,2018
Lou Andreas Salomé,Arayışlar,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,2019
İrvib D.Yalom,Nietzsche Ağladığında,Ayrıntı Yayınları,İstanbul,2023
https://www.fembio.org/english/biography.php/woman/biography/malvida-von-meysenburg/
Kullanılan Görseller:
WikiArt
GoogleArt
İş Bankası Kültür Yayınları
ArtWee,Max Klinger
Yazar: Nisa Gök