‘Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı hem aptallık. Hem inanç devriydi hem kuşku. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. Hem umut baharı hem umutsuzluk kışıydı. Hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.’
Böyle başlar Charles Dickens hepimizin bildiği romanı İki şehrin Hikayesine. Bu satırları her okuduğumda etkilenir ve çağımızı ne kadar iyi anlattığını düşünürüm. Şüphesiz ki yazıldığı dönemde okuyanlar da çağlarını çok iyi anlattığını düşünüyordu ve o zamandan beri okuyan herkes kendi yaşadığı dönemi çok iyi anlattığını düşünmeye devam etti. İyi ve kötü, aydınlık ve karanlık, kış ve bahar… Dickens nasıl düşünerek yazmıştır bilemeyiz ama bunca zıtlığın bir arada olması ironik olsa da dünya düzeninin doğal hali olmasını görmezden gelmek mümkün olmuyor.
Hayat bizim zıtlık dediğimiz durumların iç içe ya da sıralı olarak var olduğu bir süreç. Her zaman bunun farkında olmuyoruz ama basit olarak düşünürsek gecenin en koyu vaktinin sabahın ilk saatlerine denk gelmesi, kışın kupkuru dalların yazın yeniden yapraklarla dolması bize bir döngünün içinde olduğumuzu düşündürür. Bizim dışımızda olan yani nesnesel zıtlıklar gibi içimizin derinliklerinde, ruhumuzda, olan zıtlıklar ve döngüler de biz her zaman fark edemesek de bu şekilde iç içe bulunur. Kendimizi bazen sever, bazen sevmeyiz. Her zaman mutlu ya da üzgün olmayız. Duygularımız bazen ardı ardına bazen de iç içe olur. Bazı anlarda , almamız gereken kararlar olduğunda zıtlıklar bir arada olurlar.
Onların bu birlikteliğini görmek için bazı durumları düşünelim. Örneğin bir işi başarmak istediğimizde devamlı işin sonunu düşünür ve sürekli kendimizi o işle meşgul ederiz. İşimize karşı duyduğumuz bu hırs ve tutku çalışma azmimizi körükler ama bizim bakış açımızı daraltır. Gittikçe sabırsızlaşır ve olabilecek aksilikler karşısında hakimiyetimizi korumak da zorlanırız. İşi bir sürdürmeyiz de iş bizi kontrolü altına alır. Yani bir şeyi çok istemek aynı zamanda çok istememeyi gerektirir.
Bir örnekle daha anlamaya çalışalım. Bir şeyi, kişiyi, anı unutmak istediğimizde bir daha düşünmeyeceğimize dair kendimize söz veririz. Bu kararı aldıktan sonra işler daha da zorlaşır. Unutmak istediğimiz şeyle ilgili her şey daha çok gözümüzün önüne gelir ve unutmak istediğimizi düşündükçe daha çok hatırlarız. Unutmayı istemek unutmamak için atılan ilk adım gibi gelir. Maalesef ki bunun için çabalamak boşunadır. Unutmak için unutmayı unutmamız gerekir.
Hayatın kendisi bir paradokstur ve biz de kendi varlığımızla ayrı bir paradoks olarak var oluruz.
KAYNAKÇA
www.pexels.com
Yazar: Asel Kuş