Gölgemin Unutulmayacak Lahzasında Ahmed Arif Kuytusu

Gece durgun. Yıldızlar şehla bakışlarıyla ayı utandırıyordu. Ateş böcekleri kumsala avize, dalgalar kayaları uyandırıyordu. Bense, heyecanlanmaya bile fırsat olmadan sahilde buldum kendimi. Tek tük düşen yağmur damlaları birazdan bulutların hırçınlaşacağını çoktan söyledi. Ayaklarım bir yalana kefil olmuş gibi titriyor, yengeçlerin cürretkârlığı çelimsiz ayaklarımı zorluyordu. Pavyondan gelen en matrak şarkı bile tereddütüme engel olamıyordu. Kekik kokularını bastıran o aşina olduğum parfüm kokusu adımlarım hızlandıkça daha da belirginleşti. O manidar kavuşmaya saniyeler kalmıştı. Sanırım geldim.

Donuk bedenlerimizin aksine kıpır kıpır mimiklerimiz. Bir süre hasret giderdi gözlerimiz. Nihayet oturabildik ve ayaklarımın beni azarlaması bitti. Elinde bir mektup. Nasıl meraktayım. Sormaya utanıyorum. Konuşarak geceyi yorasım yok. Lakin nabzım beni ihbar ediyormuşçasına temposundan sapmış durumda. Önemsememeye çalışıyorum ve sessizliği dinliyorum. Mektubu yüreğinden bir parça koparır gibi bana uzattı. Dalgaların seremonisi eşliğinde kağıdı parmaklarımın arasına aldım. Sanırım hazırlandığım kötü provaları bu sefer ıskalamıştım. Bilseydim, bir papatyaya hürmet eder gibi narinliğini koruduğunu, ayaklarıma ızdırap çektirmez, daha mutlu gelirdim. Mektubun katlantı yerleri yıllanmış şarap misali hatıraların çığlığıyla doluydu. Ben doluydum. En nihayetinde kağıdı açtım ve umduğum, yıllar önce aynı yerde, aynı heyecanla okuduğum şiirin dansını izlemeye başladım:

“UNUTAMADIĞIM

Açardın.
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı-berrak
Yenerdim acıları, kahpelikleri…

Gitmek,
gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
gözlerinde yatmak zindanı
Gözlerin hani?

“To be or not to be” değil
“Cogito er gosum” hiç değil…
Asıl iş anlamak kaçınılmaz’ı…
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını
Varmak
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad
Kemendi…

Duymak,
Gözlerinde duymak üç ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi,
Gözlerin hani!?”

Doğu Anadolu’nun kokusu işledi geceye. Aşk, dostluk, tahassür, vefa… Vefanın vücut bulmuş hâli Ahmed Arif. Sevilmeyi en çok hak eden. Posta pulu için hamallık yapan şair. Çatık kaşların gölge yaptığı kararan bakışlar. Bu sert, keskin bakışların altında gönül telini titreten bir yürek işçisi yatar. Kalbin ve beynin ittifakıyla yazılan şiirler. Hayatın en acı tecrübelerini edinen, prangalarla bütünleşen şair. Toplumun gerçekleriyle sarmalanmış, kültürüyle şekillenmiş şiirler. Diyarbakır sokaklarına nakışlanan çocukluğu, kadife fistanlı genç kızlar, pabuçları yırtık masum çocuklar…

Çukurova’da işçilerin tırnaklarıyla kazıyarak kazandıkları ekmek parası, yoksulluğun ördüğü ağ, dağlar, ovalar, anılar şiirleşir. Samimiyet kokar. Masumiyet kokar. Anadolu duyarlılığını cesaret perçinler. “Dostuna yarasını gösterir gibi, bir salkım söğüde su verir gibi, öyle içten, öyle derin” yüreğimizi delen şiirler. Türkü tadında destansı şiirler. Epik dersem lirizm darılır bana. Çığlıklar, suskunluklar…

Hakkı yenmeye alışık gariban yetimler misali zorlu geçen hayat şartları. Gururun kaygısı, gizli rekabetler. Yük taşıyan masum gülücüklü çocukları kavurdukça güneş kahrolur, özgürlüğünden utanır. Kağıda dökülen somut gerçekler gözyaşlarıma miras bırakır. Folklorik unsurlar demlenir dizelerde. Özgün imgeler ayakta alkışlar lakin mağlubiyeti kabul etmez. Ahmed Arif’in uğruna yirmi sene harcadığı şiirlerde ritüele yerleşir. Ne ararsan vardır onda. Neşeyle kederin taht kavgası dedikodu olur uykuları çalınan Ahmed Arif’e. Şiir geceyi öper. Yakalamak için gece pusuda, Ahmed Arif uykusuz. Gözlerini devirip hiçliğe yalvaran yorgun bakışlar. Dolunaylı geceler, söküp atılamayan heceler. Sigara dumanının serseriliği, mum alevinin dakikalara şiir ezberletişi. Telaşlı yıllar…

Bir türkülük yol, sıla sıla üstüne. Boşuna yazılmadı onca şiir, boşuna değildi onca mektup. Oysa kim anlar? Bu dünya sağır,dilsiz. Bu dünya kör, sarhoş. Sığamaz ki insan cihana, bir çift gözbebeğinde kendini görmezse. Sonra adım adım cımbızla sevgi arar. Paslanan gönüller tehdit etse de şiiri, kendi aruzunu oluşturup şiir gibi yaşayan, şiir olan Ahmed Arif.
Sevda; gizlesen olmaz, söylesen olmaz. Ya Leyla? Uğruna hamallık yapılan, mektup mektup sevgi ilmeklenen hayat. Şairin “Hasretinden prangalar eskittim” dediği Leyla. “Yokluğun cehennemin öbür adıdır” dediği, “Üşüyorum, kapama gözlerini” dediği Leyla.

İnsanın canı yanarmış, yine de canan yenermiş. Ağacın düşen yaprağını özleyişi gibiydi. Mevsimlerin dönenceye ihanet edişi gibi. Küflenen merakın canlanma isteğiydin. Umulmadık ürpertiydin Leyla. Aşktın. Bilmem hangi güzel kelime olmalıydın? Ahmed Arif’te gizli en manidar hitap, hatıra, çaba. Leyla’ya mahpusken özgür olmak adeta. Yakamoz vurgunken denizin cilvesine, vazgeçilen yılların en anlamlısıdır Leyla. Belirsizliğin zehir ısmarlayışı, zakkumların arasında hayal kurmak kadar olumsuz, yıkılan hayalleri süpürmeye uğraşan görevliler kadar acımasız. Bir bu kadar da taş duvarların arasında beyaz kelebek kovalamak kadar umut dolu. Leylim leylim, bu yüzden belki onca mektup, onca şiir.
Gökyüzü saygı duruşuna geçermiş yeryüzüne şiirler armağan edilince.

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM


”Dışarda gürül gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni
Dipsiz kuyulara
Akan yıldıza
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına.
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun cehennemin öbür adıdır,
Üşüyorum kapama gözlerini…”

Kim bilir bu dizelerle gökyüzü nasıl heyecanla dirilmiştir. Ses ritmini değil söz ritmini yaşatsa da bu dizeler kitaplara sığamadı. Sesiyle dünyayı kucaklayan sanatçıların bir durağı oldu. Şiirleri bestelendi ve melodilerle farklı bir hayat buldu.


Pencereyi açık unutmuşum. Kollarım, ayaklarım buz gibiydi. Boynum tutulmuş biraz da. İnce bir baş ağrısı da cabası. Pencereye konan güvercin her sabah görmeye alıştığı ekmek kırıntılarını göremeyince nazlanmaya başlamıştı bile. Elimi hafif bir gülümsemeyle masaya uzattım. Mektup yoktu! Yerimden fırlamıştım çoktan. Nasıl ya! Yoktu! Yatağın öbür tarafında uyuyan kedim şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ayakkabılarım yerinden kıpırdamamış, yağmurluğum ıslak bile değildi. Anlamıştım ki sanrılarımdan yalnızca biriydi. Kedime sarıldım ve bu acımasız dünyadan uzaklaşmak için ağlayarak yeniden uyudum.

Kaynakça:

Görsel: Google resimler
Ahmed Arif’in hayatı ve edebi kişiliği~ Şehamettin Kuzucular. 7haziran 2001 Cumhuriyet Gazetesi Zeynep Oral’ın yazısı~Ahmed Arif İnsanlık Halleri Tırnak içindeki dizeler Ahmed Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitabından alınmıştır.

Yazar:Reyhan Gökmen

İnternet sitesi https://mubatblog.online
Yazı oluşturuldu 180

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

English EN Français FR Español ES Türkçe TR
%d blogcu bunu beğendi: