VAROLUŞ VE DİRİLİŞ GÜNÜ: NEVRUZ
Kadim geleneğin yapı taşlarından olan nevruz, Farsça nev ve rûz kelimelerinin birleşiminden oluşur ve yeni gün anlamına gelir. Tabiattaki uyanışla birlikte kutlanan bu bayram, bahara duyulan özlemin bittiğinin habercisidir. Nevruz Bayramı; gün ve gecenin eşitlendiği, kış mevsiminin bitip bahar mevsiminin geldiği, kışlaklardan yaylaklara göçlerin başladığı, toprağın uyandığı gün olan, tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumların da dönüm noktası olan 21 Mart’ta kutlanır.
Nevruz ile ilgili tarihî bilgiler Kutadgu Bilig, Divan ü Lügatit-Türk gibi Türk kültürünün ilk yazılı kaynaklarında geçer. Biruni, Nizamülmülk, Melikşah eserlerinde ve hatta Çin kaynaklarında mevcuttur.
Türklerin demir döverek, ateşten atlayarak, yumurta tokuşturarak kutladığı bu bayram Göktürklerin doğuşuna, Ergenekon’dan çıkışına dayanır.
ERGENEKON DESTANI
İlk defa XIII. asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilen bu destanın çoğu kaynakta Büyük Hun Devleti döneminde şekillendiği görülmektedir. Hive Hanlığı yapmış 17. yy tarihçi yazarlarından Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî’sinde bu destanı bizlere nakleder:
Göktürklere karşı çevre kavimlerden bir savaş başlatıldı ve Göktürk hükümdarı İl Han’ın oğulları bu muharebede ölmüşlerdi ancak en küçüğü olan Kıyan (Kayı Han) kalmıştı. Kıyan ile akrabası Tukuz (Dokuz Oğuz) düşman elinde esir kaldılar. Uzun çabaların sonunda eşleriyle birlikte esaretten kurtuldular. Yolda düşmandan kaçıp gelen dört türlü mal (deve, at, öküz ve koyun) buldular. Hasbıhâl edip dediler ki: “Burada kalsak, bir gün olur düşmanlarımız bizi bulurlar, bir kabileye gitsek, etrafımız hep düşman kabilelerdir; iyisi mi dağlar arasında kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir yere gidip oturalım.”
Sürülerini sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp diğer yanına indiler. İleride başka yolun olmadığını gördüler. Vardıkları yer geniş ve bir nihayetsiz ülke idi; içinde akarsular, membalar, türlü otlar, çayırlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. Kışın mallarının etini yer, derilerini giyerler, yazın sütünü içerlerdi. Oraya Ergenekon (ergene: dağın kemeri , kon: dağın en yüksek yeri) adını verdiler.
Dört yüz sene sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunun üzerine düşündüler ve “Babalarımızdan işitirdik ki Ergenekon’un dışarısında geniş ve güzel bir memleket varmış, atalarımız orada otururlarmış. Buradan çıkalım bize dost olanla görüşür, düşman olanla güreşiriz.” Dediler. Sonra bu ovadan çıkmanın yolunu aradılar. Bir demirci “Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Eğer onu eritirsek yol buluruz.” dedi. Dağın tepe ve diğer yanlarına da odun ve kömür yığdılar. Ateş demiri eritti ve dağda bir geçit oluştu. O ayı, o günü, o saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün bayram sayıldı.
Ergenekon’dan çıktıkları sırada Göktürklerin hakanı Kayan soyundan gelme Börteçine idi. Börteçine bütün illere elçilerini gönderdi ve Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bu destanın kültürümüzde bıraktığı izler hala varlığını sürdürmekte, bizlere umut vermektedir. Nitekim Ziya Gökalp de şiirinde şu dizelere yer verir:
Yurt girince yâd eline,
Ergenekon oldu yine!
Çıkmaz mı bir Börteçine?
Nurlanmaz mı çerağımız.
Börteçine kurdun adı,
Ergenekon yurdun adı,
Dört yüz sene durdun hadi,
Çık ey, yüz bin mızrağımız!
Türk Ergenekon Bayramı olması ve Demir dağı eritip Ergenekon’dan çıkan Türklerin kutladığı “Hürriyet Günü” oluşu, Demirperde’nin parçalanmasıyla Adriyatik’ten Çin Denizine dek esaret altında yaşayan dünya Türkleri için ikinci bir Ergenekon anlamı taşımaktadır.
NEVRUZ GELENEKLERİ
Bayram, bir milletin taşıdığı değerler manzumesi ve anlamı üzerinde ittifak ettiği bir gündür. Gelenekleriyle bütün Türk toplumu içerisinde yaşamaya devam eden ve Osmanlı’da Nevruz-ı Sultânî olarak kutlanan Nevruz Bayramı, Kazak Türklerinde ulusun ulu günü anlamında “ulustın uluğ küni” olarak coşkuyla kutlanmaya ve tarihi arka planı göze alınarak yaşatılmaya devam etmektedir.
Kışbitti Bayramı, Yumurta Bayramı, Mart Bozumu gibi adlarla da anılan Nevruz Bayramı bir Bulgar geleneği olan Marteniçka bilekliğinin de habercisi olarak Baba Marta ismiyle anılır. Anlatılana göre Mart geldiğinde kapıya Baba Marta dayanır ve evlere bereketiyle gelirmiş. Baharın habercisi olan bu günlerde insanlar ömrü temsil eden beyaz renk ve sağlık, gücü temsil eden beyaz renk iplerden yapılan marteniçka bilekliklerini takarlar ve Mart ayında göç eden leylek sürüsü veya kırlangıç sürüsü gördüklerinde umutlarını doğanın şahitliğinde yeşertmek için marteniçkalarını çiçek açmış bir ağaca bağlarlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar.
Anadolu kültüründe ise nevruz günü eve bereket getireceğine inanılan kişiler davet edilir, güzel dilekler dilenir, ziyafetler verilir, ağaçlara dilek bezleri bağlanır, o yılın buğdayları bol olsun diye kadınlar ellerine kına yakar, karınca yuvası toprakları toplanarak bereket getirmesi için bahçeye saçılır, “Bu yıl da vermesen kesileceksin!” diyerek meyve vermeyen ağaçlar korkutulur.
Gerek Türk dünyasında, gerekse Anadolu’daki örnekler incelendiğinde görülür ki; bayramların özündeki sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma ilkeleri Nevruz’un da temel prensibini oluşturmaktadır.
KAYNAKÇA
GÜNDÜZ, Şinasi, “Nevruz”, Erişim Tarihi: 15.03.2023, https://islamansiklopedisi.org.tr/nevruz
ŞENGÜL, Abdullah, “Türk Kültüründe Nevruz ve Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Erişim Tarihi: 15.03.2023, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/135909
https://tr.wikisource.org/wiki/Ergenekon_(Ziya_G%C3%B6kalp)
Yazar: Mücella Duman