Yalnızlık, boğmaya gelmez

Yalnız vakit geçirmeyi seven ve gününün büyük kısmını buna ayıran birini tanıyorum. Bir süre önce, hayatın da ona her zaman istediği şekilde bu fırsatı vermesiyle, gününün neredeyse tamamını yalnız eğlenmeye ayırır oldu. Başta halinden memnundu ama zaman geçtikçe yalnızlıklarının eskisi kadar huzurlu olmadığını fark etti. Sonra hayat ona yeniden “evden çık” dedi. Mecburen yürüdüğü sokaklarda eskiden silikçe yanından geçen insanlar eski silikliklerinde değillerdi. Bakışları ve zihinleri sanki belirginleşmiş, ağırlaşmıştı. Eskiden varlıklarını fark eder gibi olmakla yetinip üzerine hiç düşünmediği insanlar şimdi bakışlarıyla onu yakalayıp yargı makinesi olan zihinleriyle parçalara ayırıyordu. Onu garip yürüyüşünden yakalayabilirlerdi, üstündeki zevksiz giysilerden veya iki gözü arasındaki mesafeden. Onu her gün bambaşka bir yerinden yakalayıp parçalara ayırabilirlerdi. Her gün içinde aynı duyguyla başka bir kusurunu o gözlere kıstırmaktan korkarak gezindi o sokaklarda, tabi kendisine ayrılan dört duvarın arasında oturdu mecbur olmadıkça. Yalnız olmadığı her an bir savaşın ortasında, iki ateş arasında yürüyor gibi hissediyor; her fırsatta kendini güvenli yalnızlığın kucağına atıyordu.

Bu tanıdığımın bunları yaşayan tek kişi olmadığını tahmin ediyor ve size soruyorum:

Yalnız olmayı seviyor musunuz yoksa yalnız olmamaktan korkuyor musunuz?

İnsanlarla olmaktan rahatsız olan bir insan için yalnızlık zorunlu kader ortağından başka bir şey değildir. Yalnızlıkla dost olabilmek için onunla mecburiyetten değil tercihen vakit geçiriyor olmalıyız. Bu da ancak yalnız kalmadığımız anların bizim için kaçıp yalnızlığa saklanmak istememize sebep olacak kadar rahatsız edici veya acı verici olmamasıyla mümkündür.

Peki insanlardan bu kadar kaçınmak neden?

Çoğu zaman nedeni bile bilinmeyen o utanç duygusu yüzünden “Ben yalnızken iyiyim, insan içine çıkınca kötü hissediyorum. Öyleyse beni rahatsız eden kendimle değil diğer insanlarla ilgili olmalı.” Diye düşünebilirsiniz, malum tanıdığım geçmişte böyle düşünüyordu, ama hiç tanımadığımız, yargılayıcı olup olmadığını bile bilmediğimiz insanlardan durup dururken rahatsız olmamız mantıklı mı? İyi tanıdığımız ve güvenli bölge olarak kodladığımız birkaç insan hariç herkesten kaçınıyorsak rahatsız olduğumuz şey muhtemelen kendimizdir.

Bize utanç veren birini düşünelim. Böyle biriyle toplum içinde görülmek istemeyiz. Şimdi kendimizden utandığımızı düşünelim. Aynı mantıkla, kendimizle toplum içinde görülmek istemeyiz.

“Sosyal fobi bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler.”

Sosyal fobisi olan insanlar genellikle aynı zamanda yalnızlığı seven içedönük insanlardır ama yalnız olmadıkları anlarda hissettikleri rahatsızlık, yalnızlığın bir sığınak halini almasına sebep olur. Taraflardan birinin diğerine muhtaç olması ile hiçbir sağlıklı dostluk yürümez.

Sosyal fobiyle baş etmede harika bir silah: Kendi işine bakmak.

Peki tanıdığımın, insanların bakışlarından, kafalarının içindeki yargı ve ağızlarının içindeki hakaret makinelerinden duyduğu, evinden çıkmak istememesine sebep olan o kaygıdan kurtulmak için kaygının kaynağına veya kaygının sonucundaki davranışına odaklanması mı gerekir? Utanç duygusu, bunun olası sebepleri ve insanlarla etkileşime girmenin zorluğu üzerine düşünüp durmak bir yerden sonra çoğu insan gibi tanıdığımın da midesini bulanmış. Ben pratikte bundan fayda gören tek kişi görmedim. Öte yandan bu durumu rafa kaldırıp kendi işine bakarken, sorumluluklarını yerine getirir hobileriyle kendini eğlendirirken nasıl olduğunu anlamadan rahatlayan ve insanlarla iletişim kurmaya başlayan birçok insan gördüm, tanıdığım bunun üzerinde hala çalışıyor ve işe yarar gibi duruyor.

Burada yalnız eğlenmek ile kendi işine bakmanın farkına değinmek istiyorum çünkü özellikle yaptığımız şey hem sevdiğimiz hem de faydalı bir şeyse bu ikisi birbirine karışabilir. Böyle bir durumda ikisini şöyle ayırt edebiliriz: “Şu an içimden ne yapmak geliyor?” sorusunu kendimize sorduktan sonra aldığımız cevaba göre davrandığımız anlar yalnız eğlenmeye girer, spontanedir ve sıkılınca bırakılır; “Bugün yemekten sonra kitap okumaya karar vermiştim.” diye düşünüp karar verdiğimiz için yaptığımız şeyler kendi işine bakmaya girer. Yani ilkinde o şeyi yapmaya karar vermemizin sebebi anlık duygularımızken ikincisinde mantığımızdır.

Yanımızda kimse yokken diğer insanlara kafa yormadan kendi işimize bakmak ve yanımızda birileri olduğunda utanç hissiyle baş edebilmek için kendimizi geri çekmek yerine sadece karşımızdaki insana odaklanmak en verimli metottur. Yalnızken oturup kara kara insanlarla baş etmenin veya baş etmeye gerek kalmayacak şekilde izole olmanın yollarını düşüneceğimize “Bununla etrafımda insanlar varken ilgileneceğim.” demek ve sadece işimize bakmak bizi rahatlatmanın yanında zihinsel gündemimizi de hem değiştirecek hem zenginleştirecektir.

Zihinsel gündem nedir?

Zihinsel gündem bizim gün içerisinde kafamızı en çok yorduğumuz, zamanımızı ve enerjimizi en çok ayırdığımız konulardır. İnsanlar birbirleriyle etkileşime girerken bunu genellikle gündemlerinin kaynaklık etmesi sayesinde yaparlar. Birbirini sık gören insanların sürekli konuşacak konu bulabilmelerinin sebebi de gündemlerindeki değişimlerdir. İşimize baktığımızda, bir şeyler yaptığımızda gündemimiz diğer insanların hakkımızda ne düşündüğünden gün içerisinde yoğun olarak uğraştığımız şeye kayar, gündemimiz bu şekilde değiştiğinde sosyal ortamlarda rahatlarız. Bir başka deyişle ufukta bir yerde hayal meyal görüp hep ulaşmak istediğimiz o umursamazlık başka şeyleri umursamaktan geçer. İnsanlarla iyi etkileşim kurmak için de onlarla birlikteyken onlarla ilgilenmek ama onlarla birlikte değilken onları gündemimizden uzaklaştırabilmek gerekir. Onları gereğinden fazla umursamadığımızda onlarla iletişim kurabilir hale geliriz. Umursamazlığın bize katacağı şey onlar konuşurken havalı havalı ufka bakmak değil elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı şaşırıp karşılarında dümdüz bir suratla kaskatı durmak yerine gerçekten ne anlattıklarına odaklanabilmektir.

Kaynakça:

https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/siyah-ve-beyaz-kisi-siluet-ayakta-11585053/

https://psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/26/sosyal-fobi

Yazar: Ruken Ok

İnternet sitesi https://mubatblog.online
Yazı oluşturuldu 180

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

English EN Français FR Español ES Türkçe TR
%d blogcu bunu beğendi: