Yaşamın Tazeliği

 

Kieslowski yoğun bir hassasiyet, etkileyici bir göz ve güncel ile kıyaslanmayacak, kadim duygulardan damıtılmış bir düşünsel derinlik. İnsan yaşamı ve modern yaşam üzerine yeteneğini sergileyen sanatçı sıradan diye adlandırdığımız insanlara kamerasını çevirirken aslında o sadelikteki ince ayrıntıları, derin kompozisyonları bize şiirsel bir anlatımla sunuyor.

“İnsanları birleştiren o kadar çok şey var ki. Senin ya da benim kim olduğumuz hiç fark etmez, senin dişin ya da benim dişim ağrıdığında aynı acıyı duyarız. İnsanları birbirine bağlayan duygulardır çünkü ‘sevgi’ sözcüğünün anlamı herkes için aynıdır. ’Korku’nun ya da ‘acı’nın da. Hepimiz aynı şeylerden aynı şekilde korkarız. Bu yüzden bunları anlatıyorum, yoksa başka konularda hemen bölünüyoruz.”

 -Krzysztof Kieslowski

Hissettiklerimizi, hissedebileceklerimizi tüm insanlarda aynı paydada gören sanatçımız filmlerinde de bize şiirsel bir anlatımdan ziyade belki de daha önce aklımıza gelmeyen sorularla kapanışını yapıyor.

Üç Renk Üçlemesi (Mavi, Beyaz, Kırmızı) Kieslowski’nin Fransız bayrağındaki renkleri temsilen özgürlük, eşitlik, birlik kavramlarını simgelediği, anlatılmak istenen her bir detayın o renklerle boyanarak soyut çağrışımlarla yorumlandığı eseri. “Üç Renk’te özünde hayatı sorgulamanın öneminden bahseder, yaşananların ne kadarının tesadüf ne kadarının bilinçli olduğunu sorgular ve son tahlilde soyut çıkarımlar üzerinden inşa ettiği karakterleri ile somut sonuçlara ulaşır.”

ÜÇ RENK : MAVİ

“Konuşsam da insanların ve meleklerin diliyle ama sevgim olmasa, kalmaz farkım ses çıkaran bir bakırdan ya da bir zilden. Geleceği görme lütfuna sahip olsam da, bütün gizemleri anlasam da, dağları oynatacak kadar inancım da olsa; ama sevgim olmasa ben bir hiçim.”

Üçlemenin ilk filmi Trois Couleurs: Bleu, ünlü bir besteci olan eşini ve 5 yaşındaki kızını bir araba kazasında kaybeden, kendisi de ağır yaralanan Julie’nin; hatıraları, işi, geçmişi ve bağlantıları olmadan yaşamayı denemesini “özgürlük” teması ile bağıntı kurarak anlatıyor.

Özgürlüğü kalıplaştırıp kendimize özgü bir tarzla giydiriyoruz. Bir koşula dayayarak özgür olabileceğimizi düşünüyoruz. Bu seride yönetmenimiz bize “Tamamen özgür olarak yaşayabilir miyiz?” sorusuyla girişi başlatıyor aslında.

Filmde olaylardan ziyade bir kişi üzerinde yoğunlaşarak, Julie’nin gizlediği, görünür olmayan iç dünyası kullandığı yakın planlarla, sık sık eşlik eden mavi renk ile sunuluyor. Hikâyede acı veren hatıralardan, geçmişten, kaybedilen sevilenleri hatırlatan her şeyden uzaklaşarak tam anlamıyla özgürleşmenin mümkün olmadığına vurgu yapılıyor.

Julie, özgürleşebilmek adına geçmişe dair bütün izleri yok ederek işe başlıyor. Evini bırakarak küçük bir apartman dairesine taşınıyor, kocasının üstünde çalıştığı yarım kalan besteyi çöpe atıyor, kızının şekerini yok ediyor. Geçmişe dair her şeyi geride bırakma isteği, ihtiyacıyla da olsa en ufak bir ayrıntıda bile tekrar geçmişe geri dönüyor Julie. Bu yüzden havuzda saatlerce yüzerek kendini yormaya, bunları düşünmemeye; yüzme havuzunu bitmemiş yasın bir mabedine çevirmeye çabalıyor. Elini duvarlara sürtüyor ki yeni acı, eskisinin yerine geçsin. Ne zamanki diğer insanlara el uzatmaya başlayıp derinde olan bir içgüdüyü harekete geçiyor, aslında o zaman özgürleşmeye başlıyor.

Filmde bizim de onun ne hissettiğini anlamamız için kullanılan yakın planlar nasıl bir algı olduğunu çok net ortaya koyuyor aslında. Julie’nin küçük şeylere odaklanarak çevresindeki dünyayı görmekten ısrarla kaçınmasından anlıyoruz ki, ardında yarım kalmış işleri bulunuyor.

“Artık yapmam gerekenin ne olduğunu anladım: Hiçbir şey”

Mavi, karakterin içinde bulunduğu duygusal buhranını aktarımında da oldukça etkili bir simgesel değer olarak görülüyor. Ünlü soyut ressam Vasiliy Kandinsky’nin ifadesine göre mavi, sonsuz derinliklere doğru aşağı çeker, karşıt gücüyle flüt sesini çağrıştırır. Buradan hareketle filmde de mavinin karakterin duygusunu yansıtan önemli bir araç olduğu ve ona kaçtığı geçmişini, büyük acısını hatırlatan, onu aşağı çeken bir duygulanımı sembolize ettiği söylenebilir.

Filmin tamamı Julie’nin solo enstrümanlığını üstlendiği bir konçertoyu andırıyor. Hızlı, dikkat çekici bir giriş, ardından dingin ilerleyen bir çizgi ve hızlı, etkili bir sonuç. Film süresince zihninde yer yer yükselen konçerto tamamlanıp da müzik özgürleştiğinde Julie de acısıyla yüzleşiyor, yasını tamamlıyor.

ÜÇ RENK : BEYAZ

Üç Renk Beyaz (Trois Couleurs : Blanc), Krzysztof Kieslowski‘nin “eşitlik” temasını ele aldığı pastoral senfonisi.

“Eşitlik kavramı üzerine bir hikaye. Eşitliğin kelime anlamı hepimizin eşit olduğunu belirtiyor. Halbuki ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Kimse, bir başkasıyla gerçekten eşit olmak istemez. Herkes biraz daha eşit olmak ister.”- Krzysztof Kieslowski

Karol ve Dominique’nın boşanma davası ile film başlıyor. Film boyunca Karol’ın eşi ile eşit olmak için gösterdiği çabayı izliyoruz. Bu eşitliği güç ve para sahibi olarak sağlayabileceğine inanan Karol çokça çaba gösteriyor. Kieslowski, Karol’u film boyunca görsel olarak hep aşağıda, özellikle Dominique’i izleyen konumda bırakıyor. Eşitlik, altta kalanın intikam alma çabasını diri tutan bir ütopya olarak görülüyor.

Kieslowski, Mavi’de olduğu gibi Beyaz’da da ana karakterin geçmişle bağlarını tamamen koparmaz. Cebindeki iki frank ve beyaz büst, Karol’un geçmişte yaşanan acılarından kurtulamadığını gösterir. Geçmişten bir iz niteliği taşıyan büst, Dominique’den onunla eşit olmak isteyerek intikam alma isteğinde olan Karol için önemlidir. Özlem ve intikam duygularının oluşturduğu kontrast, kırık büstle yansıtılmıştır. Büst, bütün idealliğine rağmen kırılmıştır ve yapıştırılsa bile eskisi gibi görünmeyecektir.

Krzysztof Kieslowski filmde eşitlik kavramını güzel ama pratikte uygulanmaz olarak tanımlıyor. Diğer taraftan, insanların da eşitlik istediğini söylemek pek de mümkün değil gibi. Eşitliğin edebi olarak kulağa hoş gelmesinin bir anlam ifade etmeyeceğini söyleyen Beyaz, modern toplum gerçeklerinin çıkara dayandığının altını ince bir mizahla çiziyor. Filmde Karol’ın her yönden eşit olmak isterken acı çekmemek için daha azını istemesi eşitlik kavramı üzerine son cümle gibi.

“-Mikolaj, hepimiz acı çekeriz.

-Evet ama ben daha azını istiyorum.” (Zamachowski, Gajos, 1994)

Bütün uğraşlar sonucu maddi olarak güçlenen Karol, Dominique’ten intikam almayı başarmış olsa da hala onu sevmektedir. Filmin son sahnesinde ikilinin uzaktan anlaşması ile Karol’un döktüğü gözyaşları, gücü elinde bulundurmanın, sevginin yokluğu söz konusu olduğunda değersizleştiğini gösteriyor.

ÜÇ RENK : KIRMIZI

Üçlemenin son filmi Üç Renk: Kırmızı (Trois Couleurs: Rouge) birlik temasını, kişiler arası iletişim problemine değinerek girift insan hikâyeleri üzerinden aktarıyor.

Bir model ve hukuk öğrencisi olan genç Valentine‘in, emekli bir yargıç ile yollarının kesişmesiyle hikâye başlıyor. Valentine eski yargıcın, komşularının telefon konuşmalarını dinlediğini öğrenir. Yargıcın yaşama olan kayıtsızlığı ve başkalarının özel hayatını ihlal etmesi Valentine’i öfkelendirse de zaman içerisinde ikili arasında bir dostluk ilişkisi gelişiyor. Başlangıçta sadece acıma duygusuyla yaklaştığı yargıç, Valentine için anlaşılmaya değer bir dosta dönüşüyor.

“Neyin doğru olup neyin doğru olmadığına karar vermek bana artık alçak gönüllülük yoksunluğuymuş gibi görünüyor.”

Girift hikâyelerin bir arada veriliş biçimi filmin başlarında anlaşılmaz ve bağımsız diyaloglar gibi görünse de emekli yargıcın çıkarımları ve kesişen hayat çizgileri filmi bütünlüklü bir hâle getiriyor. Emekli yargıç ile Valentine’in kurduğu dostluk ilişkisiyle yönetmenin değinmek istediği noktalar bir bir ortaya çıkıyor.

Komşularının telefon konuşmalarını dinleyen emekli yargıç, bu konuşmalardan kişilerin ilişkileriyle ilgili çıkarımlar yapıyor. İletişim aracı olarak telefon, sorunlu iletişim biçimlerini aktarmak için bir metafora dönüşür. Yargıcın olacakları önceden tahmin etmesi, insanların telefon konuşmalarından pek çok anlamın çıkarılabileceğini gösteriyor: yarım bırakılmış cümleler, aniden kapatılan telefonlar ve birkaç duyarlı cümle duyabilmek için inceltilen sesler. Bunların hepsi dile dökülemeyen duyguların üstü kapalı habercileri olarak beliriyor.

Özgürlük ve eşitlik temalarının aksine Kieslowski birliğe inanmaktadır. Ancak bunun için kayıtsızlığa karşı gelinmesini önerir. Sıkça kullanılan kırmızı rengi sevgi, aşk, birlik, kardeşlik gibi simgeler taşırken Fransız bayrağının renkleri de böylelikle tamamlanmış olur.

Kieślowski omuz omuza yaşanan insan hikâyelerini, her filmde diğer filmlere gönderme yaparak vurguluyor. Kırmızı’nın sonunda yaşanan kazadan kurtulan 7 kişi, izleyicinin üçleme boyunca yaşadıklarına tanık olduğu karakterlerden başkaları değildir. Hikâyelerini ve acılarını izlediğimiz söz konusu karakterler enkazdan sağ kurtuluyor. Kieślowski’nin insanın kendi içinde verdiği savaşları resmettiği bu üç film ile birçok konuda bizi sessizce selamlıyor.

RASTLANTILAR

Üçleme boyunca karakterler bir şişeyi geri dönüşüme atmaya çalışan yaşlı insanlara denk gelmektedir ve bir şekilde ana karakterler bu insanlarla etkileşim içindedir. Karakterlerin yaşlı kadına verdikleri tepki, ruh hâllerinin bir yansımasıdır. Julie‘nin çevresinde olup bitenleri fark etmiyor oluşu özgürlüğü simgeler. Karol‘un kadını görmesine rağmen yardım etmeyişi eşitlik duygusuna gönderme yapar. Son olarak Valentine’in yaşlı kadına yardım edişi ise birlik ve kardeşlik durumlarını vurgular.

SON

Kieslowski, insan ruhunun derinlerini gözlediği üçlemesinde, sıra dışı anları ustaca yakalamayı başarıyor. Yarattığı karakterlerin içinde bulundukları durumları, onların iç dünyalarını iyi analiz eden sineması, kendi düşüncel evreninden destekliyor.

 Ölümün ve yaşamın farkındadır, devam etmenin ve yeni kapılar açmanın gücüne inanır. Tüm olayları hassas ve insana dair duygularla harmanlayan Kieslowski; özgürlük, eşitlik ve birlik temasını kendi bireysel algısına göre anlatırken, şans ve rastlantılarla örülü dünyanın acımasız gerçekliğini de gözler önüne sermekten çekinmiyor.

Düşünülenin aksine Kieslowski filmlerinde metafor kullanma gibi bir amacı yok. “Ben metaforları filme almıyorum. Bana göre bir şişe süt bir şişe süttür. Mavi filminde Julie’nin yüzü bir kaşığa çarpılmış olarak yansıyor. Kaşıklar görüntüleri böyle yansıtırlar.” diyerek kendini net belli eden Kieslowski üçlemeyi yapmaktaki amacının aşk olduğunu ifade ediyor.

“Evet aşk bizi anlamlı kılan şey ve o yüzden bu üçlemeyi yaptım, bunu söylemek için; bu üçleme, aşkın ve sevginin nihayetinde su yüzüne çıktığı biçimlerle ilgili.” -Kieslowski

Kaynakça:

  • içsel hayatların sinemacısı Krzysztof Kieslowski
  • https://www.cinerituel.com/krzysztof-kieslowski-sinemasinda-yasamin-donguselligi-ve-uc-renk-uclemesi/
  • https://mozartcultures.com/krzyztof-kieslowskinin-uc-renk-uclemesi-kirmizi/
  • https://filmhafizasi.com/mavi-ya-da-huznun-koncertosu-trois-couleurs-bleu/
  • http://www.avrupasinemasi.com/2020/12/15/three-colors-blue/?amp
  • https://www.instagram.com/themuseumofsinema/
  • https://www.imdb.com/title/tt0111495/mediaviewer/rm132285185/

Yazar: Neval Köybaşı

İnternet sitesi https://mubatblog.online
Yazı oluşturuldu 180

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

English EN Français FR Español ES Türkçe TR
%d blogcu bunu beğendi: