Hakikat arayışındaki ruh, her iç çekişte bir damla kan kaybeder. Hakikatin kırdığı yerden akanlar, hakikatı ilahi bir edayla delip ruhun kanlı dehlizlerine dolar. Hakikat, ruha borçlanır. Bu borcu estetik bir zarafetle gayriihtiyari ödeyen kişi sanatçıdır. İşlemediği cinayetin bedelini ödeyen mahkum gibi kelimelere, seslere hapsolmuştur.
Tutukludur sanatçı. Bu tutukluluk gelişen ve değişen şeylere rağmen değişmeden, özünü koruyarak devam eder. Ne dizeleri, ne hisleri, ne de düşünceleri prangalıdır; yine de tutukludur sanatçı. Sanatının; gün yüzüne çıkarmayı seçtiği, gölgede kalmış hakikat kırıntılarının ve onları biraraya getirip kurgusal bir platformda ördüğü ahenkli örgünün tutsağıdır. Evrendeki titreşimden, renklerden, ışıktan, karanlıktan, sayısız formdan; kendince elzem olanı diriltirken artık eserinden bağımsız düşünülemez bir bütünlüğe erişmiştir.
Aklımıza, duyularımıza, arzularımıza, korkularımıza belki en çok da ait olma, inanma ve güvenme ihtiyacımıza seslenen sanatçının seslenişi ne bir düşünür kadar tok, ne bir bilim insanınınki kadar sadedir. Onun seslenişi daha kışkırtıcı, daha derin, daha etkindir. Duyumsadıkça tekrarını arzulatan bir ritim içerir. Tek bir mizacla, kanaate ihtiyaç duymayan birden fazla mizacı çağrıştırır.
Biçim ve içeriğin iştirak ettiği bu alanda sanatçı; hitap ettiği kitlenin hissetmesini, görmesini, bilmesini arzular. Sanatsal duyarlılık ve bilinçle yazılı sözler ya da çağrışım gücü yüksek ritimler yaratırken bunu bizatihi sanatın kendisi için yapabilecekken, kitlesi için yapmayı da tercih edebilir. Burda asıl mesele, hayat sahnesinden seçilip soyutlanmış kesitin hak ettiği biçim, renk, tutku ve gerilimden mahrum edilmemesidir. Ancak bu şekilde yaratı, yaratıcısının ve kitlesinin duygu birlikteliğini gerçekleştirebilir.
Sanatçının varoluşundaki artış veya azalış bir duygu vasıtasıyla doğrudan esere yansır. Bunu, eserini kaleme aldığı sırada sancılı bir süreç içinde olan Dostoyevski’nin Raskolnikov’unda, Üstinsana erişmenin gerekliliğini sürekli vurgulayan nihilismin temsilcisi olan Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde, Kendisi de bir tutunamayan olan Oğuz Atay’ın Turgut ve Selim Bey’inde, Da Vinci’nin Mona Lisa’sında, Van Gogh’un hastaneden seyrettiği Yıldızlı Gece’sinde, Teoman’ın politik bir serzeniş olan 17’sinde, Beyza’yı unutamayan Haluk Levent’in Elfida’sında görmek, dinlemek, seyretmek mümkün.
Köhnemiş, yıpranmış çizgiler, notalar veya sözlerle değil; özgürlüğüne düşkün incelikli işçiliğini sergilerken her adımında hayret ve merhamete layık olan sanatçı; sürekli bir emek vererek eleştiri selinden geçip meşakkatli bir yoldan yürür. Yürürken düşer, kalkar yine yenilir. O hep yenilmiş olandır. Çünkü sanat; bitmeyen, bitirilemeyen, tükenmeyendir.
Yazar:Esra Bağcı