Yaşamın başlangıcından bu yana insanlar ve diğer canlılar zorlu hayat şartlarına karşı varlıklarını sürdürme çabasında ve nesillerini devam ettirme mücadelesi içindeler. Bu mücadeleyi çeşitli yönden veren insanlar mızraktan sonra ok ve yay kullanmaya başladılar. Ok ve yay insanlara kendinden daha hızlı hayvanları avlama şansı kazandırdı. Yerleşik hayata geçişten sonra özel mülkiyet kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte kaçınılmaz olan savaşlar başladı. Ok ve yay ise insanlara uzaktan savaşabilme yetisi kazandırdı. Bu silahın gücünü fark eden birçok medeniyet varlığını sürdürebilmek için onu kusursuz hale getirme yarışına girdi. Şimdi bu yarışa bir göz atalım:
MÖ 18000’li yıllarda İspanya’nın Levante bölgesindeki mağaralarında askeri okçuluğa dair resimlere rastlasak da en eski yay örneğini “holmegaard yayı” nı Danimarka’da görmekteyiz. Yakın zamanda da İstanbul Yenikapı metro kazılarında da MÖ 7000’li yıllara dayanan yay örneğinin bulunduğunu belirtmek isterim.
Esnek, sağlam ve kolay işlenebilir olması sebebiyle bilinen en eski yaylar meşe ağacından yapılmaktaydı. Yay kirişleri içinse geyik bağırsağı veya işlenmemiş deri kullanılmaktaydı. Uzun boylu yayların avları yakalamada daha etkili olduğu düşünülüyordu. Bunun yanında Asurlulardan günümüze ulaşan duvar resimlerinde yay boyunun kısaldığını görmekteyiz. Buna bağlı olarak vuruş güçleri de her zamankinden daha yüksel oldu. Yay gövdelerinin sırt kısmı hayvan tendonundan yapılmaktaydı. Bunun yanında yayın karın bölgesi boynuzdan yapılarak daha sağlam kompozit yaylar üretildi.
Ancak ok ve yay bozkırların güçlü savaşçılar Türklerin elinde en mükemmel haline ulaştı. Doğu Avrupa’dan Tanrı Dağlarına kadar beş yüz yıllık hakimiyet sahibi olan İskitler ölülerinin öbür dünyada savaşmak için yaya ihtiyaç duyacaklarına inanıyorlardı bu sebeple ölüler yaylarıyla gömülüyordu. Bizler de bu sayede atalarımızın kullandığı bu gövdesi üç parçadan oluşan ve iki yüz yıl kullanılabilen sağlamlaştırılmış kompozit İskit yayını aynı yöntemle üretebiliyoruz.
Batıda Roma, doğuda Çin ve bunlar arasında savaşçılığıyla göz dolduran Hunlar yer almaktaydı. İskit yaylarının boyunu kısaltıp enerjiyi kabzada toplamak yerine salda toplayarak daha hızlı atış ve daha etkili vuruş gücü ortaya koyan Hunlar “kartal savaşçıları” olarak adlandırılan özel yetişme askeri birliklere sahipti. Nitekim savaş stratejilerinde de gelişmeler ortaya koymuşlardı.
Büyük bir ordu üzerinde hakimiyet kurabilmek ve savaş sırasında onları organize edebilmek için Mete Han basit ancak dahice bir fikri vardı: ıslık okları. Özel delikler barındıran temrende, deliklerden geçen hava ok havada kaldığı süre boyunca ıslığa benzer bir ses çıkarmaktaydı. Demirden yapılmış özel ok uçlarının ağırlığını dengelemek içinse kemik, boynuz ve fil dişi gibi hafif malzemelerden oluşan ok gövdesi kullanılmaktaydı. Bir ıslık okunun ses şiddeti 86 desibele kadar çıkabilirken on bin askerden oluşan Mete Han ordusundaki ses şiddeti 142 desibele kadar çıkmış olduğu hesaplarla sabit olup ıslık oku amacına ulaşmış ve düşmana korku salmaya yetmişti.
Tüm bunların yanında ok ve yayın tarihi arka planına baktığımızda sadece av veya savaş aracı olmamış, sosyal bir sembol olarak da kullanılmıştır. İbrahim Kafesoğlu’na göre ok eski Türklerde ‘’tabilik’’ (siyasi-idari bağlılık) belgesi, yay ise metbûluk (hâkimiyet) belgesi sayılmaktaydı. Çin kaynaklarına göre ise Göktürkler oklara göre birtakım zümrelere ayrılmaktaydı Nitekim Orhun yazıtlarında okun kabile anlamına geldiğini görmekteyiz.
Türk atlı okçuluğu, geleneksel Türk okçuluğu hala varlığını sürdürmekte, bu alanlardaki bilgi birikimler de gelecek nesillere aktarılmaya devam etmektedir. Biz Türkler için önemi son derece yüksek olan bu spor dalında başarılarımız günden güne artmaktadır. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Mete Gazoz, Türk okçuluk tarihinin ilk olimpiyat altın madalyasının sahibi olmuştur.
KAYNAKÇA
Yazar: Mücella Duman