Neden Yazmalıyız?

Hepimizin bir yazma tecrübesi olmuştur. Hatırlamaya çalışalım. Yazmak gerçekten iyi gelmiş miydi? Gün içinde yaşadıklarımızı tekrar yaşarcasına kağıda döktüğümüzde neler hissetmiştik? Özellikle düşünmeye bile korktuğumuz tatsız anılarla yüzleşmek iyi gelmiş miydi? Araştırmacılar bunun böyle olması gerektiğini söylüyor. Onlara göre yazmak, psikoloji üzerinde olumlu etkilere sahip. Hatta hastanede tedavi gören hastaların iyileşme sürelerini azalttığına dair bazı sonuçlar elde edilmiş. Peki yazmanın bu etkisi nasıl olur?

Beynimiz yaşadıklarımızı devamlı kayıt altında tutar. Bu kayıtlar bazen olduğundan daha kötü ve can sıkıcı bir şekilde kaydedilmiş olabilir. Çünkü beynimiz anıları o şekilde algılar. O günkü ruh halimiz, toplumsal konumumuz, anlayışımız beynimizin algılayışı üzerinde etkilidir. Yani şu anda canımızı sıkan, bizi sürekli üzen bazı anılarımız geçmişte duygusal kesitler halinde, tutarsız bir şekilde kaydedilmiştir. Yazmak bu bölünmüş kesitlere bütünüyle bakabilmemizi sağlar.
Örneğin bir terapi seansında hastadan travmatik bir anısını anlatması ya da yazması istenir. Bunun amacı hastanın “travmatik” anılarına güvenli bir ortamda bilinçli bir şekilde yeniden bakmasını sağlamaktır. Hasta geçmişe yeniden baktığında daha mantıklı bir şekilde, neden-sonuç ilişkisi içerisinde yaşadıklarını düzenleme fırsatı bulur. Hasta anılarını gözden geçirdiğinde olaylara dışarıdan bir gözle bakar. Yani hasta sorundan bağımsızlaşır. Olaya karşı bir adım geri çekilir ve olayı bütün açılarıyla görür. Hasta artık sorunun kendisi değildir. Kendisini “mağdur” rolünden uzaklaştırıp istediği konumda değerlendirebilir. Böylece eskisinden daha az gergin bir şekilde olaya yaklaşır. An, duygularına esir olmadan yeniden yapılandırılır.
Yazarken de durum buna benzer bir şekilde işler. Yazdığımızda yaşadıklarımızı kendimizden uzaklaştırırız. Dışarıdan bir gözle yorumlama fırsatımız olur. Düşüncelerimiz art arda sıralanırken onlardan sıyrılabildiğimizde biz daha özgürüzdür. Beynimizde dolanıp bizi zayıf düşüren, zaten hep böyle olacağını söyleyen düşünceler kağıda döküldüğünde daha zayıf gelirler gözümüze. Biz de yazdıkça neden-sonuç ilişkisi kurarak aslında neye öfkelendiğimizi, hangi anda kırıldığımızı, neden öyle davrandığımızı daha iyi anlarız. Yanlış gelen düşüncelerimizi değiştiririz. Kendimizi duygularımıza esir etmeyi bırakır, duygularımızı yönlendirmeye başlarız. Kendimizi parça parça bulmaya başlarız. Yapboz parçalarını birleştirir gibi bu parçaları birleştirir, işin sonunda kendimizi tanırız. Tanıdıkça da kendimizle olan kavgamız yerini kendimizi anlamaya bırakır. Kendimizi anlamak da iyileşmeyi başlatır.
Kısacası yazmak, kendimizi öğrenmek için attığımız küçük bir adımdır. Kalem kağıdımız hazırsa küçük bir adım için yazmaya başlayalım mı?

KAYNAKÇA

Goleman Daniel, Sosyal Zeka, Varlık Yayınları,2007
Filiz İzci,Gizem Ünveren, Travma Sonrası Stres Bozukluğunda Bilişsel Davranışçı Terapi ve Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme, Bililsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi, 2012, 6(1) 31-38
Gözde İkizer, Travmanın Nitel ve Öznel Yönlerine Bir Bakış: Öyküsel Terapi, Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 2020, 7(1) 1 -19

Yazar: Asel Kuş

İnternet sitesi https://mubatblog.online
Yazı oluşturuldu 180

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

English EN Français FR Español ES Türkçe TR
%d blogcu bunu beğendi: