Saate bakıyordu, kendini bulmaya 10 dakika vardı. Sahi ne çabuk geçiyordu kendinden. Bir yarımı geçmeyedursun hemen yeni hallere kapı aralıyordu. Oturduğu sandalyeden kalktı, daha 10 dakika vardı. Derin bir nefes aldı. ”Yağmur” dedi bir an duraksayıp ”Çok şiddetli yağıyor. Yıldızlar korkmuş olmalı, erişilmezliğin korkusu bu, bir sanrının paha biçilmiş sancısı, bir beklentinin gerçekleşme arzusu, bir hayal denemesi… Galatea…” Bu düşüncelerle vakit kaybetmemeliydi son 9 dakika. Ceketini alıp dışarı çıktı. Yağmura aldırış etmeden koşmaya başladı. Onu son bir kez görecekti. Tek beklentisi buydu.
İnsan bu bir varmış bir yokmuş zaman ise hep varmış. Zamanın birinde eserleri dillere destan Pygmalion adında bir yontu ustası yaşarmış. Öyle güzel eserler yaparmış ki gören herkes hayran kalırmış. Bir gün fildişinden bir kadın heykeli yapmaya karar vermiş. Bütün güzellikleri onda toplamış heykeltraş. Merhameti, sevgiyi, mutluluğu… Önce bedenini sonra ruhunu işlemiş ilmek ilmek. Neylersin yaptığı bu esere hayran kalmış yontu ustası ve ona anlamı uyuyan aşk olan Galatea adını vermiş. Duyduğu bu hayranlık zamanla aşka dönüşmüş. Tüketilecek bir nefesi dahi olmayan bu heykel nefes olmuş yontu ustasına. Galatea’yı bütün kalbiyle sevmiş Pygmalion. Gel gör ki Galatea’ya duyduğu bu aşk karşılıksız bir aşkmış o sadece bir heykelmiş, demi karanlık sade sadeceymiş varlığı ama yine de vazgeçmemiş sevmekten Pygmalion. Bu durumu gören Afrodit, Pygmalion’a yardım etmeye karar vermiş ve cansız olan bu heykele can vermiş. Canlanmış Galatea. Bütün renklerin ahına inat bembeyaz bir düşle düşmüş bir lahzaya. Uyuyan aşk uyanmış böylece.
İşte Pygmalion Etkisi (Beklenti Etkisi); kendini gerçekleştiren kehanet diye geçer. İnsan beklediği, düşündüğü şeyleri bir nevi kendisine çağırır. Onların gerçekleşme olasılığını artırır. Beklentiler farkında olmadan davranışlarımızı şekillendirir ve yine farkında olmadan o davranışlara uygun sonuçları yaşarız. Peki o neyi bekliyor? Saate baktı 3 dakika kalmıştı. yeni bir hale gelmeye son 3 dakika. Yağmurda koşmaktan bitap düşse de onun evinin önüne sonunda gelebilmişti. Tek bir beklentisi vardı, onu son kez görebilmek. İçinden dua etti. Pygmalion’un Galatea’yı canlandıran duası gibi. Onu son kez görmek bütün kalbiyle istediği tek şeydi. Belki kendisi bir Pygmalion değildi ama Galatea oradaydı. Zili çaldı, açan yok, bir daha çaldı, yine yok, bir daha, ses yok! Son 15 saniye! Kapıya bütün gücüyle yüklendi. 9, 8, 7, … , 1 ve yere düştü. Saat tam kendini bulmayı gösteriyordu. N’olmuştu biraz önce, çaldığı bu kapı kimindi, anlam veremedi, neden buradaydı?.. Tam bunları düşündüğü sırada kapı açıldı. Bir yaşlı kadın, tuhaf bir sima. Kimdi bu kadın, niye onun kapısının önündeydi? Kadın ise sanki bir şey demeye yeltenir gibiydi. Ama hayır! Bir anda kadın kapıyı yüzüne kapattı. Sustu, binadan çıktı, yürüdü, yürüdü… Acaba bir önceki kendimde beklediğim her neyse gerçek oldu mu diye düşündü. Şimdi bütün kalbiyle neyi beklemeli? Belki de tek beklentisi sürekli kendini bulmaktı bu sebep sürekli kendini kaybediyordu. Saate baktı, kendini bulmayı 10 dakika geçiyordu ya da kendini bulmaya 50 dakika vardı. Güldü. Saati çıkardı. Belki de kendisi hiç yoktu.
Yazar:Dilara Nur Turan