Antropometri, 1960, Yves Klein
Sanatın kaynağı; aslen maddi yaşamın çilelerinin, hazlarının, bozuk formlarının(Platon) ve dahası insan zihninde beliren bütün duygu-durumların ve fikirlerin toplamına tekabül eder. Sanata dair bu spesifik olmayan açıklama zorunludur ve onu bütüncül şekliyle kavramıştır. Çünkü sanat, farklı akımların ve kendine dair tarihsel düşüncelerin bütün çerçevelerini içine alan ilkel bir tanıma muhtaçtır. İlk cümlemin sanatın kaynağını tam olarak karşılamadığı da açıktır çünkü sanatın ilkel tanımı bu kavrayış açısından zorunlu olarak bütüncüldür ve sanatı belli bir düzleme oturtmaktan da çok uzaktır.
Sanatın kaynağı bir yana dursun, sanatın kendisinin imkanı dahi ciddi bir tartışma konusudur. Sanat var mıdır? Sanat varsa nasıl tanımlanabilir? Örneğin estetik, eşyanın doğası gereği bireysel olanın aktarımını, subjektif bir alanı aksiyom olarak kabul ediyorsa, kendi kendisinin kritiği de sınırları subjektif olan yahut sınırları olmayan(estetik belirlenemez) bir estetik anlayışının doğmasını tâbi kılabilir.
Bu soruların kritiği, bu yazının çıkış konusu olmamakla birlikte yazının yazılma amacının önsel argümanlarını içerir. Bu yüzden bu kısa deneme, bu soruların kritiğini atlayarak benim ve bazı tarihsel isimlerin sanat perspektifinin öncüllerine dayalı önermeler sunacaktır.
GİRİŞ
İnsanlar kaçınılmaz olarak istençlerinden bağımsız belirli ilişkilere, maddi üretici yapıların belirli bir gelişme aşamasına uygun üretim ilişkilerine girerler. Bu üretim ilişkileri, sanatın ve estetiğin kaynağı olan bilinci var eder. İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değildir aksine bilinci belirleyen toplumsal ilişkilerdir. İnsan; düşündüklerini, hayal ettiklerini, kavradıklarını tasarımlanmış bir dünyadan1 yola çıkarak değil aksine, bu yaşam sürecinin yankı ve yansımaları içindeki gerçeklikten çıkarır. Fikirlerin, tasavvurların ve bilincin üretimi, başlangıçta, insanların maddi faaliyetiyle ve aralarındaki maddi temaslarla, yani gerçek hayatın diliyle doğrudan bağlantılıdır. İnsanın maddi varlık koşullarındaki, toplumsal ilişkilerindeki ve toplumsal yaşamındaki her değişmeyle birlikte düşünce, görüş ve kavramlarının yani bilincinin değiştiği çok açıktır. Bu değişim, bilinci tekrar tekrar şekillendirir ve her seferinde onu yeni baştan var eder. Düşünceler tarihi, maddi üretimin değişirken zihinsel üretimin de ona bağlı değiştiğini kanıtlar.
Bu noktada bilinç nedir sorusunun tartışmasına girmiyorum. Aslen belirtmek istediğim şudur: Sanat; bilincin dinamik formlarının farklı veya aynı dönemlerde farklı bedenlere tezahürünün bilinçli varlık tarafından doğrudan veya dolaylı aktarımıdır. Bu aktarım zamanla kültürü, kültür de zamanla modern insanı yaratmıştır. Denebilir ki bugün insanlığın en büyük değerleri, sanatsal düşünmenin binlerce yıllık tohumlarının değişip gelişerek filizlenmesi sayesinde var olmuştur.
BİLİNÇ VE KÜLTÜR
Kültürü oluşturan bilinç, toplumsal üretim ilişkilerinin ve tarihsel koşulların ürünüdür. Bilinci var eden toplumsal ilişkiler ve diğer çevresel faktörler, kültürü oluşturan sonsuz faktörün çekirdeğini yaratır. Bu çekirdek; fikirlerimiz, hayallerimiz ve kavradıklarımızın tümüne içkindir.
Bir toplumsal oluşum, yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, maddi varlık koşulları eski toplumun bağrında olgunlaşmadan önce eskilerinin yerini alamazlar. Bu yüzdendir ki bütün toplumsal ilişkiler birikmiş, yoğunlaşmış veya meta olmuş emeğin ürünüdür. Emeğin farklı formları bilincimizi ve dolayısıyla fikirlerimizi var edip değiştirirken kültürü de var eder ve onu dinamik hale getirir. Kültür; insanların maddi üretimlerinin ve maddi ilişkilerinin gelişmesiyle paralel giderek, kendini geliştirir ve değiştirir.
SANAT
Sanat, bir kültür etkinliği olarak maddi temellere dayanır ve kendi maddi yaşam süreçlerinin aktarımını yaparak bir çeşit yansıma halini alır. Birey; hayallerini, duygularını veya aktarmak istediği şeyi ampirik olarak kanıtlanabilir olan alana izafe eder ve dolaylı bir şekilde çevre, sanatı var etmiştir. Sanat; ampirik olanla, duyu deneyimine dayalı dış dünyayla bağlantılı bir haldedir. Maddi bedenler, doğaüstücü bir anlayıştan ayrılarak kendilerini emeğin etkisine bırakır. Emeğin tarihsel görünümleri de sanatı yaratır.
Emeğin tarihsel görünümlerinin sanatı yarattığı açıktır ama sanat ile gerçek arasındaki uçurum büyük değil midir? Goethe şöyle der :”Her şeklin, en belli olanın bile, bilinmeyen bir tarafı vardır.2 Çünkü sanat ancak sunî vasıtalarla canlı olanı, değişmekte bulunanı tespit eder ve sonu olmayana sunî bir son verir, yani o, tabiatı seçer, onu kavrar, şekillendirir ve ona üslûbunu katar. Böylece tabiat ferde geçmekle olay devam ettirilir ancak devam ettirenin kavrayışında yine tabiat olur. “Şekil her zaman için bir adesedir(mercektir), bununla biz tabiatın kutsal ışıklarını, onları insanın kalbindeki ateşe çevirmek için toplarız.3
Bilinç ve kültür nasıl maddi yaşamla durmadan değişiyorsa, bireyin içinde yaşadığı duyusal dünyanın da değişmeyen ve hep aynı kalan bir yanı yoktur. Bundandır ki sanat, tarihsel ve insan ürünü oluşu nedeniyle formlarını farklı yaratır(herhangi iki sanat eseri tıpatıp aynı olamaz). Bu yüzdendir ki Goethe’nin kutsal ışıkları, kalplerdeki sönmeyen ateşe farklı şekillerde toplanır.
Estetik de, bu farklı formların çeşitliliğinin duyusal olana temasından doğar. Bu temas öz ve görüngüyü var eder.
ÖZ VE GÖRÜNGÜ
Benzerlik, büyüklük, parçanın bütüne oranı kategorileriyle belirtilmeye çalışılan olgular ampiriktir. Bilme yetisi(bilinç) işlevi gereği bunları saptar ama yalnız bundan ibaret değildir. Bilme yetisinin işlevi yalnızca bir adlandırma, duyularla algılanan izlenimlerin saptanması olsaydı, o zaman dünyadaki çeşitli, değişken, karmaşık ama buna karşın tarihsel gerçeklere bağlı görüngülere insanın egemen olması ve onları aşması olanağı da ortadan kalkardı. Sanatın ve nihayetinde kültürün değişmediği bir dünyada yaşamıyoruz. Denebilir ki bilinç var olanı aktarmakla kalmaz onu öncül olarak yaratır, anlamlandırır ve değiştirip geliştirir. Bilinç sadece görüngüyü anlamlandırmakla kalsaydı sanat formları ve estetik hiç var olmazdı.
Sanat her bilinç faaliyeti gibi özne ile nesneden ibaret bir sentezdir. Bu sentezden doğan görüngü ve öz aynı ölçüde nesnel gerçekliğin etkenlerini oluşturur. Öz içerisinde varlık varlığını korur. Bu yüzden özün kendisi varlıktır. Örneğin bir sanatçı bir çiçek çizdiğinde, amacı çiçeğin hakiki özünü ve onun etkisiyle kendinde oluşan içsel nitelikleri yakalamaktır. Sanatçı bunu yaparken çiçeğin evrensel olana en yakın imgesini yaratmaktadır. Öz ve görüngü arasındaki bu ilişki her iki etkenin en yoğun biçimde birbirine geçmesi anlamını taşır. “Doğa hem soyut hem somuttur. Hem görüngü hem de özdür. Hem etken hem de ilişkidir. Bir akarsuyun devinimini örnek alırsak, köpük yukarıdadır ve derin akıntılar aşağıdadır. Ama köpük de özün bir anlatımıdır.“4
Görüngünün ve özün formları sanatı var eder ve sanat; şüphesiz doğanın, doğal olanın ürünüdür. Sanatçı, doğanın soyutlamasını ve aynı zamanda bilincin somutlaması yapar. Bilinç; doğanın bir parçası, onun farklı bir görünümü olduğuna göre dolaylı yoldan sanatçının yaptığı bilincin somutlaması(düşünsel etkinliği maddi zemine aktarmak) ve bilincin soyutlamasıdır.
SONUÇ
Sanatın niteliği, amacı, sınırları ve dahası varlığı çok fazla soru işareti barındırsa da sanatın kendisi hakkında açıklamalarda bulunulabilir.
Çevreyi var eden emektir. Çevrenin insanı etkileme şekilleri de toplumsal ilişkilerin yani biriken emeğin kendisidir. Bireylerin çevresel ilişkilerin ürünü olarak bilincini, duygularını ve tasavvurlarını aktarımı da insan emeğidir. Bundandır ki hem kültür hem sanat(kopmaz bağlarla birbirlerini etkilerler) hem de felsefe, insan yaratımının her bir öznesi, insan emeğinin çeşitli formlarıyla var olmuşlardır. İnsanın tüm kazanımları, emeğin kazanımlarıdır.
1* Schopenhauer, İstenç ve Tasarım Olarak Dünya
2* Aus Goethes Brieftasche, Anhang zu Mercier-Wagners Neuem Versuch über die Schauspielkunst, 1775 (Goethe-Bd.36,S.116)
3* Aus Goethes Brieftasche, Anhang zu Mercier-Wagners Neuem Versuch über die Schauspielkunst, 1775 (Goethe-Bd.36,S.116)
4* Lenin, Estetik-Lukacs
KAYNAKÇA:
http://dtcfdergisi.ankara.edu.tr/index.php/dtcf/article/view/2863/2386
Marx-Engels, Sanat ve Edebiyat Üzerine
Georg Lukacs, Estetik
Yazar: Umut Utku Ünal