Kitabımız 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Portekizli yazar José Saramago’nun kaleminden. Kitabı ilk elimize aldığımızda kelebek ve kadın birleşimi bir figür görüyoruz. Yazımın ilerleyen bölümlerinde bu figürün üzerinde duracağım. Öncelikle ana hatları ve her şeyin nasıl başladığını konuşalım.
…TIRPANINI BİR KENARA BIRAKTI
Yeni yılın ilk günü saat sıfır sıfırdan sonra ülkede hiçbir ölüm olmadı. Ne intiharlar, ölümcül hastalıklar, korkunç kazalar sonucu ne de eceliyle ölen kimse olmadı. Ölüm döşeğindeki Ana Kraliçe bile hala nefes alıyordu. Gece geç saatlerde Başbakan, ölümün ortadan kalktığına dair bir açıklama ile dedikoduları doğruladı.
Durumdan ilk rahatsız olanlar tabii ki din adamları ve kilise idi. Kardinal hiç vakit kaybetmeden Başbakanı aradı. ¹”…diriliş olmadan kilise olmaz, üstelik tanrının kendi sonunu hazırlamak isteyebileceğine nasıl karar verdiniz anlamış değilim.” sözleri kardinalin öfkeli sesinden yükseldi. Başbakanı, ölümün ortadan kalmasıyla beraber dirilişin de yalan olması, dolayısıyla kilisenin varlığını tehlikeye soktuğu için dinden sapmış olmakla suçladı. Konuşmaları biterken Kardinal ”ertelenen ölüm” kavramını ortaya atmanın mantıklı olacağını ve inanç sayesinde meraklı ruhları etkisiz hale getirebileceklerini vurguladı. Bir önceki yazımda da kullandığım, Marx’ın ”Din, halkın afyonudur” sözlerini de bizden bağımsız doğruluyor yazar. Kiliseyi sırasıyla cenaze levazımatçıları, sağlıkçılar, huzurevleri ve sigorta şirketleri takip etti.
İnsanların büyük bir kısmı ise ölümsüzlüğün gelmesine çok sevinmişlerdi. Bayraklar astılar, yürüyüşler yaptılar, şarkılar söylediler.
Aylar geçiyor, aileler hastaları sınırın dışına götürüp gömmeye başlıyorlardı. Amaçları hem ölüm ile yaşam arasındaki köprüde kalmış hastalarını rahata kavuşturmak, hem de kendi üzerlerindeki yükten kurtulmaktı. Karmaşık olaylar silsilesi sonucunda ”maphia” ve devlet ortaklaşa kararlar aldılar. Artık maphia ve cenaze levazımatçıları ceplerini dolduruyordu. Aileler hastalarından kurtuluyor, huzurevleri ve hastaneler rahatlamaya başlıyordu.
…TIRPANINI YENİDEN ELİNE ALIYOR
Bir gün ulusal yayında ölümün genel yayın müdürüne gönderdiği yazı okundu. Ölüm, işine geri döneceğini bildiriyor fakat bir konuda eskisinden farklı bir uygulama getiriyordu. Artık insanlar ölmeden bir hafta önce eflatun renkli zarflarda öleceklerine dair mektuplar alacaklardı. Nedeni ise ölümün daha önce acımasız davrandığını düşünmesiydi. Artık tüm insanlara aileleriyle vedalaşacak, vasiyet yazacak, küslüklerini bitirebilecekleri zaman tanıyacaktı. Buradan bakınca sanki ölüm gibi değil de aramızdan biri gibi, insan gibi düşünen bir varlık olduğunu hissediyoruz. Bu histe kalın lütfen, daha da yoğunlaşacak. Çünkü ölüm, aşık olacak. Kısa bir bölümde aşk ve ölüm ilişkisinin Yunan mitolojisindeki yerine de değineceğim. Fakat şimdilik hikayede kalalım.
Ölümden gelen yazı, doğal olarak şüpheyle karşılanıyor. Yani bu mektubu yazan sadece dalga geçmek isteyen biri mi yoksa gerçekten ölümün kendisi mi? Bir grafolog mektubu inceliyor -her detayıyla, noktasından virgülüne kadar- ve ortaya birbirinin antitezi olan iki tez çıkıyor; yazar bir seri katil veya çoktan ölmüş biri. Siz ne düşünüyorsunuz?
Suret
— Hikayeye devam ederken küçük bir ara vermek istiyorum. Ölümün dönüştüğü sureti kitabın en başından beri erkek olarak düşünmüştüm. Belki ataerkil yapı belki de başka bir nedenle fakat yanılmışım. İlerleyen bölümlerde ölümden söyle bahsediliyor: ²”Şimdi daha uzun, daha iri görünüyor, hükümet gibi bir bayan ölüm duruyor karşımızda, sürüklediği kefeniyle yürürken tozu dumana katıyor ve bastığı yerleri titretiyor.” ek olarak da fazlasıyla çekici bir kadın olduğu anlatılmış.—
Ölüm yine iş başında. Her gün insanlara öleceklerini haber veren mektuplar yazıyor ve elinin tek bir hareketiyle eflatun zarflar içinde hedeflerine ulaştırıyordu. Bir gün bir zarf geri dönüyor. Ölüm zarfı tekrar gönderiyor, tekrar ve tekrar. Fakat her seferinde zarf geri geliyor. Peki kim bu ölümden kaçan?
Kırk dokuz yaşlarında bir viyolonsel sanatçısı erkek. Aradaki olayları okumanız için size bırakıyorum fakat kitabın en çarpıcı yeri olan ölümün aşık olmasından bahsetmeden bu yazıyı yayınlayamam. Kadın suretine bürünen ölüm ve viyolonselci, ruh ve beden birleşmelerini yaşadıktan sonra adam uyuyor, kadın ise -aslında eflatun renkli zarfı bırakmak için gelmişti- kalkıp zarfı alıyor. Yakıyor. Ve yatağa geri dönüp, adama sarılıp, ilk defa uyuyor. Ertesi gün ise kimse ölmüyor.
Masalımız bitiyor
Ben böyle bir son beklemiyordum. Açıkçası üzerine uzun süre düşünecek vaktim olmadı fakat aşk ve ölüm konusu hem hayatımızın, hem mitlerin, hem de doğanın içinde var aslında. En basitinden aşık olduğumuzda tarif ettiğimiz ”sanki midemde kelebekler uçuşuyor” hissi ve bir kelebek türünün ölümle ilişkisi, genel olarak aşk hikayelerinin sonunun taraflardan birinin ölmesi veya sonsuza kadar acı çekmesiyle bitmesi gibi. Ve en can yakıcı örnekler ise ”Aşkımdan öldürdüm” veya ”Ya benimdir ya kara toprağın” cümlelerini duyduğumuz, maalesef artık alışmaya başladığımız trajik olaylar.
Bu kitabı başka bir zamanda tekrar okuyacağım sanırım. Bilirsiniz ilk okuduğunuz ve ikinci okuduğunuz arasında çok şey değişebilir veya sadece daha iyi kavrayabilirsiniz. Bu kitap sanki o tür kitaplardan hissi uyandırıyor, sizlere de tavsiye ediyorum. Son olarak bu kadar çok kelebekten bahsetmişken Madrigal-Kelebekler şarkısını da buraya bırakıyorum.
ÖLÜM
Bildiğimiz şey şu ki ölüm bir gün dünyanın varoluşundan beri yaptığı görevinden vazgeçiyor ve söyle anlatıyor ³”…sembolik tırpanımı kılıfına yerleştirmemin sebebi benden bu denli rahatsız olan insanların sonsuz yaşamın nasıl bir şey olacağını görmelerini istememdi ”. Ölümün tasviriyle ilgili şunları söyleyebilirim ki o ⁴omni presentis, iskelet benzeri, göz çukurları bomboş olan bir şey. Şunu da ekleyelim, ölümün çeşitleri var; en büyük ölüm olan tüm canlıların sonunu getirecek ölüm, sadece hayvanların canını alan ölüm gibi. Kitabımızdaki ölüm ise istediği surete bürünebiliyor fakat bunu yaparken güçsüz düşüyor.
ACHERONTIA ATROPOS
Acherontia atropos bir diğer adıyla ölü baş güvesi/kurukafa kelebeği, viyolonselcinin okuduğu böcekbilim kitabında karşımıza çıkıyor. Kelebeğin sırtında kafatası var ve cehennemdeki bir ırmak kelebeğin adında yer alıyor. Başlarda bahsettiğim kadın ve kelebek birleşimi figürü şimdi tekrar düşünelim. Ölümün tercih ettiği suretin kemikli yüzünün üzerinde acherontia atropos. Sanırım artık anlamışızdır bu figürü.
YUNAN MİTOLOJİSİNDE AŞK VE ÖLÜM
En popüler mitlerden biri Artemis ve Orion’u detaylı anlatacağım. Eğer okumak isterseniz Selene ile Endymion, Apollon ile Daphne’ye de bakabilirsiniz. Ben genel olarak Mitolojik İnciler podcastini dinliyorum. Artemis ile Orion hikayesini de buradan alıntılayacağım.
Artemis avcılık, okçuluk ve ay tanrıçası. Apollon’un ikiz kardeşi. 3 yaşında babası Zeus’tan 3 şey ister; ok/yay, yeryüzündeki tüm dağlar ve sonsuza kadar bakire kalmak.
Orion, Poseidon’un oğlu dev bir avcı.
Artemis ve Orion birbirlerine aşık oluyorlar fakat Artemis bakirelik yemini etmiş bir tanrıça. Aşkları o kadar büyük ki Artemis, ona ne kadar acı verirse versin yeminini bozmaya ve Orion’la evlenmeye karar veriyor. Bu sırada Apollon ile Artemis arasında çok büyük bir sevgi var ve bu sevgi zaman zaman kıskançlığa dönüşebiliyor.
Artemis’in evlenmesini istemeyen Apollon bir gün onu ormanda yürümeye davet ediyor. O sırada da Orion uzakta bir yerde yüzüyor. Apollon Orion’dan yeterince uzaklaştıkları ve artık yüzünün belli olmadığı zaman Artemis’e o hedefi vurup vuramayacağını soruyor. Ok ve yayın üstadı, tabii ki hedefi vuruyor. Öldürdüğü şeyin Orion olduğunu fark ettiğinde ise babası Zeus’tan Orion’u bir takım yıldızı yapmasını istiyor. Orion takım yıldızının da buradan geldiğine inanılır.
¹ ² ³ Saramago,José (2005), Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş (Kırmızı Kedi Yayınevi), ss.19, 160, 111
⁴ her yerde bulunan