Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ve sanırım biraz eksik aktaracağım ama şöyle diyordu: İnsan zamanı icat etti ve içinde sıkışıp kaldı. Gerçekten de bu zaman denen algıyı biz insanlar yüzyıllar önce günün, yılın, mevsimlerin neresinde olduğumuzu anlayalım ve hayatımız kolaylaşsın diye bulmuşken günümüzde elimizi kolumuzu bağlayan bi hapishaneye dönüşmesi hayret verici derecede üzen bi durum değil mi?
Saatleri günümüzü planlarken bize yardımcı olsun diye kullanmamız gerekirken onlara bir şeyler yapmamızı engelleyen yetersiz miktardaki materyal gibi davranıyoruz. Doğada olmayan bu zaman algısını bizler oluşturmuşken ipleri elimizden kaçırdık ve onun bizi köşeye sıkıştırıp hapsetmesine izin verdik. Bu durum beni bütün bunları fark edene kadar rahatsız etmiyordu çünkü öncesinde zamanın yetersizliğinden, saatlerin çok hızlı geçmesinden şikayet etmek normal geliyordu ve bunun için çabalamam gerektiğini bile düşünmüyordum. Zaten herkes böyle değil miydi? Zaman kime yetmiş ki bana yetecekti? Herkes aynı şeylerden şikayet ediyordu ve gününü böyle geçiriyordu yani normal olan bu değil miydi? Hayır değildi, suçu zamana atmak hiçbir şeyi değiştirmez. Günümüzün üçte birini yani hayatımızın üçte birini uykuya harcarken bundan şikayet edemeyiz. Elimizdeki telefona ve sosyal medyaya her gün saatlerimizi harcarken zamanın azlığından ve hiçbir şeye yetmemesinden şikayet etmek kendi içimizi rahatlatmak için bi kaçış yoludur sadece.
Ben çok aktif bir Twitter kullanıcısıydım ve gün içinde sitede çok fazla zaman geçiriyordum. Sadece bi süreliğine hesabımı kullanmayı bıraktım ve bütün gün orada geçirdiğim zamanı doldurmak için ne yapacağımı şaşırdım. Bana o kadar çok zaman kalmıştı ki alışık değildim buna. Bir insan telefon ve sosyal medya kullanmadan bütün günü, o 24 saatini nasıl doldurabilirdi? İlk fark ettiğim şey çok övündüğüm ve küçük yaşlarda kazandığım kitap okuma alışkanlığımın kaybolmuş olmasıydı. Oysa kitap okumak daha hızlı düşünmemizi, kendimizi daha net ifade etmemizi ve dikkatimizi daha iyi toparlamamızı sağlar. Kitap okuma alışkanlığımı kaybederken bu özelliklerim de zayıflamıştı ve ben bütün bunları göz ardı etmiştim o zamana kadar. İşte bütün bunları fark ettiğim dönem zamanın aslında bizim onu nerelerde harcadığımızla ilgili olarak değerlendiğini ve aslında bize yettiğini ama bizim onu kullanamadığımızı anladığım dönemdi. Bir şeyler yapmalıydım ve bunu düzeltmeliydim. Bu durum hep böyle gidemezdi hayatımı sürekli zamana karşı söylenerek ve onun öylece geçip gitmesini izleyerek geçiremezdim. Ne yapacağım konusunda da bir fikrim yoktu ve bi çıkar yol aramaya başladım. İşte o zaman aslında aradığım çözümün çok kolay olduğunu fark ettim: YAZMAK
Yazmak ve plan program yapmak bize ilkokuldan beri söylenen bir şeydi. Planlı çalışmalı, görevlerimizi son güne bırakmamalıydık. Elimize tutuşturulan her şeyin bi saatinin olduğu programlar mıydı bunun çözümü gerçekten? Hiç sanmıyorum hangimiz uyabildik ki onlara. Yazmak derken saat saat program yapmaktan bahsetmiyorum. Defterimi açtım ve o hafta yapmam gerekenleri yazdım hem de sadece iş ya da okul değil izlemek istediğim diziler dahil her şeyi yazdım. Daha sonra devamındaki sayfalarda her güne bir sayfa ayırdım ve o hafta yapacağım dediğim şeyleri günlere bölmeye başladım. Her günün görevlerini en çok önemliden en az önemliye doğru madde madde yazdım. Bu listeleme işim bittiğinde her şey o kadar netti ki benim için. Bi saati yoktu kendime bi şeyi diretmiyordum ister sabahtan yapıp bitirirdim ister akşam yatmadan hemen önce ama erteleyemezdim çünkü bi sonraki sayfada görüyordum yarın yapmam gerekenleri eğer bir kere ertelersem kaos ortamı oluşurdu defterimde. Bütün bu planlama olayı bir süre sonra bir alışkanlığa dönüştü ve ben şu an üniversite ikinci sınıfı bitirmiş birisi olarak lise ikinci sınıftan beri her şeyi defterlerime yazıyorum.
Yazar:Ayşe Nihal Altundal