Çalışmak, insanlarla vakit geçirmek, yalnız vakit geçirmek; hepimiz günün bu üç bileşeninden birine doğru aşırı kaymaya meyilliyiz. Elbette bir günde bu bileşenlerin üçüne eşit zaman ayıramayız, yaşam tarzımız ve yapımız gereği hayatımızda baskın olanlar olacaktır. Yine de günümüzün tamamına yakınını bu bileşenlerden birine ayırıyor veya birini aşırı derecede ihmal ediyorsak bu durum önce günümüzün sonra hayatımızın dengesini bozar.
Kimi insanlar sürekli çalışmakla meşguldür. Öyle ki sevdikleri insanlara nadiren vakit ayırıyor veya durup başlarını dinlemek için kendilerine fırsat vermiyor olabilirler. Kimi insanlar günlerinin büyük kısmını arkadaşlarıyla takılarak geçirebilir, bunu yaparken sorumluluklarını yerine getirmeyebilirler. Nadiren kendilerini yalnız bırakır ve bu anlarda da sık sık telefonla konuşur, mesajlaşırlar. Kimi insanlarsa günlerinin büyük kısmını kendi başlarına geçirebilirler. Tüm gün dizi izleyebilir, oyun oynayabilir ve insanlarla görüşmek veya sorumluluklarını yerine getirmek konusunda üşengeç davranabilirler.
Bu üç bileşenin de bize kattıkları vardır ve birinin eksikliğini diğeriyle tamamlayamayız. Aynı zamanda bu bileşenlerden biri, diğer ikisinin hayatımızdaki yerini zayıflatacak kadar aşırıya kaçtığında kalitesi düşmeye başlar, o aktiviteden eskiden aldığımız verimi ve hazzı alamamaya başlarız.
Çalışmak:
Çalışmak öncelikle sahip olduğumuz sorumluluklarla baş etmemizi sağlar. Çalışmayan insan ya baş edemediği sorumlulukların altında ezilir ya da zaten baş edecek sorumluluğu yoktur. Birincisinin bedeli elbet kendini ödetir. Birikmiş işlerimizin oluşturduğu stres insanlarla veya yalnız başımıza geçirdiğimiz zamanın kalitesini düşürür. Aynı zamanda son güne bırakmış olmanın dezavantajları ortaya çok daha iyi bir şey koyabilecekken potansiyelimizin çok azını gösterebilmemizle sonuçlanır. Bu erteleme süreci sonunda başımızı ağrıtsa da genellikle zevkli bile değildir.
Çalışma eksikliğinin ikincisi ilkinden de beterdir. Bir işimizin olması para kazanmanın ötesinde bir varoluş meselesidir. Bu dünyaya geldikten sonra bir hedefimiz olmadan ve haliyle çalışmadan öylece yiyip, içip, göçmek olmaz. “Ben zoru başardım, hiçbir işe yaramasam da özsaygım yerinde.” diyen, kendi hakkında standartları düşük bir insan olsanız bile ne olur yapmayın. Bu dünyadaki canlıların neredeyse tamamı yaşamak için çalışır ve karşılığında dünya onları bir süre yaşatır. Yaşamak için çalışması gerekmeyen kesimden bile olsak uğraştığımız bir şey olsun, sıkıldığımız zamanlarda bile kendimizi biraz zorlayıp yapmaya devam ettiğimiz bir şey. Bu şekilde hem dünyaya saygımızı göstermiş oluruz hem de ruhumuzu güçlendirir, terbiye ederiz.
Aşırı çalışmanınsa iki türlüsü vardır: Zorunlu olarak aşırı çalışma ve tercihen aşırı çalışma. Bunların ilki haksızlığa uğramışlık hissiyle beraber öfkeye sebep olur. Çalışmalarımız sonucunda biraz yalnız eğlenme veya insanlarla eğlenme zamanı elde edemiyorsak çalışmak anlamını yitirir çünkü çalışmak iyi bir hayat yaşamak içindir ve bu iki bileşen bize yaşadığımızı hissettirenlerdir. Anlamlı gelmeyen bir şey için tüm gün ter akıtmaksa insanı günden güne tüketir. İkincisi ise işkoliklik dediğimiz durumdur. Çalışmak ve çalışmalarımızın sonucunda başarılar elde etmek toplumsal hiyerarşide bizi yükselteceğinden kendimizi çalışmaya kaptırabiliriz veya mükemmelliyetçilikten mustariplikle doğru, düzgün bir insan olmaya çabalarken kendimize verdiğimiz görevleri yerine getirmeye dalabiliriz. Sebebi ne olursa olsun işkolik olmak zararlı olmanın yanında anlamsal açıdan da çarpıktır: Yaşamak için çalışırız, çalışmak için yaşamak doğaya aykırıdır.
İnsanlarla vakit geçirmek:
İnsanlar olarak doğamız gereği birbirimize, birlikte olmaya ihtiyaç duyarız. Öncelikle maddi yönden birbirimize ihtiyacımız vardır. Bir konuda bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda arayıp soracak birini isteriz. Çok zorlandığımızda yardım isteyebileceğimiz birinin olmasını isteriz. Tabi bu yetmez, insanlarla manevi ilişkiler kurmaya da ihtiyaç duyarız. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde hakkımızı aramamıza hiçbir yardımı olmayacaksa bile bir arkadaşımızı arayıp ona yakınmak ve onun “çok haklısın” dediğini duymak isteriz. İnsanlarla vakit geçirmek diğer bileşenlerden alınan tadı ve tatmini artıran bir şeydir. Başarılarımızı takdir eden insanların etrafta olması o başarıdan tatmin hissimizi artırır. Başka insanların hayatına dokunmak bir gücümüzün olduğunu, etkisiz olmadığımızı hissettirir. Ayrıca arada insanlarla oturup sohbet etmek yalnız kaldığımız zamanlardan aldığımız zevki artırır. İnsanlarla iletişimin dış dünya ile iletişim ile büyük bir bağlantısı vardır. İnsanlardan kopmaya genelde dış dünyadan kopma eşlik eder. Aynı zamanda maddi konularda insanlara ulaşamayan kişi ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabilir ve insanlar sıklıkla manevi ilişki kurmaksızın maddi şeyler talep edildiğinde bunu çıkarcılık olarak adlandırır, maddi ulaşılabilirlik için manevi ilişkiyi şart koşarlar.
İnsanlarla vakit geçirmekte aşırıya kaçtığımızda aşırı dış uyaran iç dünyamızla bağlantımızı zayıflatır. Ne istediğimizi bilmek zorlaşır, kendi kararlarımızı vermek zorlaşır, verdiğimiz kararı uygulamak zorlaşır. Kendi hayatımız üzerinde kontrolümüz azalır. Ayrıca grup halindeyken insanların detayları görme kabiliyeti azalır. Sürekli diğer insanlarla vakit geçiren insanlar günlerini yarı şuursuz yaşarlar.
Yalnız vakit geçirmek:
Yalnızlık anlamlandırmanın ön koşuludur. Yaptığımız işin, hedeflerimizin, gidişatımızın, eğlenceli deneyimlerimizin yani genel olarak hayatımızın anlamlandırılmaya ihtiyacı vardır. Yalnızken daha iyi görürüz, daha iyi anlar ve yargılarız. Kendimizi zaman zaman sorgulamak, şapkayı önümüze alıp düşünmek dediğimiz şey yalnızken yapılan bir şeydir çünkü diğer insanlarlayken insan kendi aleyhine yargıya varmaya kolay kolay cesaret edemez. Kendimizi koruma ihtiyacımızın en az olduğu zamanlar kendimizle baş başa olduğumuz zamanlardır ve kendimiz hakkında dürüst olabilmemiz için tehdit altında hissetmememiz önemlidir.
Yalnızken fikirlerimizi ve ilkelerimizi sağlamlaştırırız. Varoluşumuzun dış dünyadan bağımsızlığını fark eder, çevresel sorunlardan, krizlerden daha az etkileniriz. Günümüzün bir kısmını kaliteli yalnızlığa ayırmak diğer insanlarla geçireceğimiz ve çalışacağımız zamanın kalitesini artırır.
Hayatımızda kaliteli yalnızlığa yer ayırmazsak birçok şeye dair farkındalığımızı kaybeder, şuursuzlaşırız. Benlik algımız zayıflar. Kendi bireyselliğimizi unutur, çevreden çok fazla etkileniriz. Kendi yargılarımızı oluşturmakta, prensip sahibi olmakta ve bunlara sadık kalmakta zorlanabiliriz.
Yalnız vakit geçirmekte aşırıya kaçmaya ise genellikle dış dünyadan kopma ve eylem eksikliği eşlik eder. Gerçeklikle bağlantı halinde kalabilmek için hem iç dünyamızla hem dış dünyamızla bağlantıda olmak şarttır. Dış dünyadan koptuğumuzda gerçeklikten koparak savrulmaya başlarız.
Hayatı yaşama(eylem) ve hayatı anlamlandırma(farkındalık) dediğimiz hayatın iki temel faktöründen hayatı yaşama ihmal edilir ve anlamlandırmada aşırıya kaçılır. Bu durum aynı şeyleri tekrar tekrar irdelememize ve sonucunda duygusal olarak hassaslaşmamıza sebep olur. Aşırı duyarlılığımız hayatı yorucu hale getirdiğinden hayatı yaşamaktan iyice uzaklaşırız, bu döngü artarak devam eder.
Bu üç bileşenin hayatımızda neden gerekli olduğunu, aşırılık ve eksikliğinde ne gibi tabloların ortaya çıkacağını özetlemeye çalıştım. Diyelim ki günün bu üç bileşeninden birinde aşırıya kaçtığınızı, biri konusunda düzensiz olup tekrar tekrar deneyip tekrar tekrar ipin ucunu kaçırdığınızı birini ise hayatınızdan neredeyse tamamen dışladığınızı fark ettiniz. Eksik olduğunuz iki bileşeni bir anda hayatınızın rutinine sokmaya çalışmayın, dengeniz yeterince bozulmuşsa ikisini birden sırtlandığınızda altında ezilebilirsiniz. Beceriksiz olduğunuz iki konudan daha az beceriksiz olduğunuzu seçin ve önce onunla ilgilenin. Genellikle ılımlı şekilde aksattığınız bileşeni güçlü tarafınızla birlikte hayatınıza oturttuğunuzda sizi aşırı zorlayacak kadar beceriksiz olduğunuz diğer bileşen sıfır noktasından ılımlı noktaya yol alır -Kendi işine bakmanın sosyal anksiyeteye iyi gelmesi gibi.-. Aşama aşama gitmek işimizi kolaylaştırır.
Dünyadaki insanların çoğu gibi siz de dengesizseniz umarım bu yazı ne tarafa meyilli olduğunuzu fark etmenizi sağlamıştır. Daha çok umarım ki bu yazıyı okuduktan sonra “Ne kadar da dengeli bir insanmışım.” diyerek yolunuza devam etmişsinizdir.
İyi bir hayat için, iyi günler dilerim.
Kaynaklar:
https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/yigilmis-taslarin-yakin-cekim-fotografciligi-1051449/
Yazar: Ruken Ok